29 Ekim 1923’te ilan edilen cumhuriyet, Türkiye’nin çağdaş bir devlet olma yolunda en önemli adımlardan biri oldu. Bugün 100 yaşına gelen cumhuriyet, kuruluş dönemi reformları ve kurucu kadrosu ile birlikte Türkiye tarihinin en önemli dönemlerinden birini oluşturuyor. Bu dönem aynı zamanda en çok tahrif ve manipüle edilen, farklı amaçlarla eksik ve yanlış aktarılan dönemlerden biri. Özellikle politik söylemde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş dönemi ve kurucu kadrosuna dair birçok yanlış anlatı ideolojileri beslemek adına kullanılıyor. Bu döneme dair internette en çok karşılaşılan ve sık başvurulan yanlış bilgileri derledik. 

1

İsmet İnönü’nün Asker Kaçağı Olduğu İddiası

İsmet İnönü’nün Asker Kaçağı Olduğu İddiası

İncelemeye İsmet İnönü’ye rakip olan ve 1950 seçimlerinde yeni hükümeti kuran Demokrat Parti’nin seçim kampanyalarında da dile getirildiği bilinen ve bugün halen ara ara dolaşıma sokulan bir yanlış bilgiyle başlayalım: İsmet İnönü’nün asker kaçağı olduğu iddiası. 
İddia iki türlü yayılım gösteriyor; asker kaçağı olduğu ya da “askerlikten çürük raporu” olduğu iddiaları. Dolaşımda olan iddialarda, “çürük raporu” olduğu söylenen sahte bir belge de paylaşılıyor. İronik bir şekilde bu belgede yer alan fotoğraf, İsmet İnönü’yü orgeneral rütbesini taşıdığı askeri üniformanın içinde gösteriyor.
Gerçekte, 1884’te İzmir’de doğan İsmet İnönü, 1903 yılında Harp Okulu’ndan mezun oldu ve Harp Akademisi’ne kabul edildi. 3 Mayıs 1920’de yeni mecliste Genelkurmay Başkanlığına atandı, 1921'de Tümgeneralliğe yükseldi. Genelkurmay Başkanlığı, Şimal Cephesi Komutanlığı ve Garp Cephesi Komutanlığı yaptı. 1922’de Korgeneralliğe yükseldi, ayrıca Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlık görevlerini de yürüttü. 1927’de, askeri kariyerinden kendi isteğiyle emekli oldu.
İnönü’nün hayatı incelendiğinde asker kaçağı olduğuna ya da bir ‘çürük raporu’ olduğuna dair hiçbir kanıt bulunamıyor.

2

İnönü’nün Hatıralarında Harf Devrimi’nin Dinin Toplum Üzerindeki Etkisini Zayıflatmak Maksadıyla Gerçekleştirildiğini Yazdığı İddiası

İnönü’nün Hatıralarında Harf Devrimi’nin Dinin Toplum Üzerindeki Etkisini Zayıflatmak Maksadıyla Gerçekleştirildiğini Yazdığı İddiası

İnönü’ye dair sık yayılan bir diğer iddia, hatıralarında Harf Devrimi’nin esas amaçlarından birinin dinin toplum üzerinde etkisini azaltmak olduğunu dile getirdiği yönünde. Bahsi geçen Hatıralar isimli eser 1985 yılında iki cilt halinde, 2006 yılında ise birleştirilerek tek cilt halinde Bilgi Yayınevi tarafından basılmış. 
İsmet İnönü Vakfı İnönü’nün Harf Devrimi hakkındaki anılarına/düşüncelerine yer verdiği “Harf İnkılabı 1928” başlıklı bölümün tamamını yayımlamış durumda. İçeriğin tümü okunduğunda İslam dini ve kültürü alanında bir eleştiriye rastlanmıyor. Ayrım din üzerinden değil Arap dili-Türk dili üzerinden yapılıyor. İnönü’nün söylediği iddia edilen içeriğe benzer bir paragrafa ise rastlanmıyor.

3

Kılık Kıyafet Düzenlemelerinin Gayrimüslimler İçin Geçerli Olmadığı İddiası

Kılık Kıyafet Düzenlemelerinin Gayrimüslimler İçin Geçerli Olmadığı İddiası

Başka bir inkılaptan devam edelim. Kılık-kıyafet düzenlemelerine dair inkılaplar da sık sık yanlış bilgilerin ve dezenformasyon kampanyalarının hedefi haline geliyor. Bu konuda en sık paylaşılan iddialardan biri, kılık-kıyafet düzenlemelerinden gayrimüslimlerin etkilenmediği, papazlar ve diğer din görevlilerinin serbestçe dini kıyafetleriyle dolaşabildiği yönünde.
Gerçekte, 25 Kasım 1925 yılında Resmî Gazete’de yayınlanan Şapka Kanunu’nun 1. Maddesi ve 3 Aralık 1934 yılında Resmî Gazete’de yayınlanan Kıyafet Kanunu’nun 1. Maddesinde belirtilen düzenlemelerle hangi dini inanca sahip olurlarsa olsunlar din adamlarının dini ayinler harici dini kıyafet giymeleri yasaklanmış. Hükümet uygun göreceği her din ve mezhep için sadece bir din görevlisine dini mekanlar ve ibadetler dışında da dini kıyafetlerle dolaşabilmesine izin vermiş. 
Bunun anlamı, ister Diyanet İşler Başkanı olsun, isterse Fener Rum Patriği, sadece bir kişi o dinin veya mezhebin dini kıyafetleriyle dolaşabiliyor. Bir başka deyişle, bu düzenlemelerde herhangi bir din ayrımı yapılmamış.

4

Atatürk’ün Cuma Hutbelerinde Adının Anılmasını İstemediği İddiası

Atatürk’ün Cuma Hutbelerinde Adının Anılmasını İstemediği İddiası

Yakın geçmişte tekrar canlanan bir tartışma, Cuma Hutbelerinde önemli günlere dair temalar işlenirken Mustafa Kemal Atatürk’ün adınının geçirilmemesi üzerine. Konu hakkında bir belge referans gösterilerek, hutbelerde Atatürk’ün adının anılmamasının sebebinin, Atatürk’ün hutbelerde kendi adının anılmasını yasaklayan bu belgeye dayandırıldığı söyleniyor.
Gerçekte, 5 Mart 1924 tarihli bu belge,  “Ba’demâ hutbelerde ism zikr edilmeksizin ‘millet ve Cumhuriyet’in selâmet ve sa’âdetine” du’â edilmesi takarrus etmiş ve bu karârun bi’il-cümle vilâyete tebliği dâhiliye vekâletine havâle edilmiştir.”  ifadelerini taşıyor ve hilafetin kaldırılmasıyla ilgili. Osmanlı’da Cuma selamlıklarında hutbeler, hükümdar adına okunurdu. 1922’de, saltanatın kaldırılmasının ardından hutbelerde zikredilen isim halifenin adı oldu ve 3 Mart 1924’te hilafetin de kaldırılması ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulmasının ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin cuma hutbelerinde anılacak ‘tek bir isim’ artık bulunmuyordu. Belge, Cuma hutbelerinin artık tek bir kişi adına okunmaması gerektiğinden bahsediyor. Bunun yanında Cuma hutbelerinde birçok özel isim kullanıldığına dair örnekler mevcut. Fakat 2011-2021 arasında yayımlanan hutbelerde, Mustafa Kemal’in adına rastlanmıyor. 

5

Atatürk’ün Cenaze Namazının Kılınmadığı İddiası

Atatürk’ün Cenaze Namazının Kılınmadığı İddiası

Atatürk’e dair bir diğer iddia, cenaze namazının kılınmadığı yönünde. Gerçekte Atatürk’ün cenaze namazı, yoğun kalabalıklar arasında hadise çıkmasından endişe edilerek 19 Kasım 1938 sabah saatlerinde kılındı. 
12 Kasım’da düzenlenen yeni hükümetin ilk toplantısında cenaze törenlerinin nasıl düzenleneceğine karar verilmişti: Ankara’da düzenlenecek cenaze töreninin 21 Kasım’da olacağını kararlaştırıldı. 10 Kasım’da duyurulduğu üzere, Atatürk’ün naaşı 3 gün boyunca Dolmabahçe Merasim Salonu’nda kurulan katafalkta halk tarafından ziyarete açık olacaktı. 3 günlük ziyaret 16, 17 ve 18 Kasım tarihlerinde gerçekleştirildi. 
Naaşın o gün Ankara’ya taşınacağı 19 Kasım’da, kalabalıkta infial çıkmaması adına Atatürk’ün cenaze namazı Dolmabahçe Sarayı’nda aile ve protokolün katılımı ile, Şerafettin Yaltkaya imamlığında, müezzinler Hafız Yaşar ve Hafız İsmail’in de bulunduğu kapalı bir grup arasında gerçekleştirildi.

6

Lozan Antlaşması’nın 2023’te Sona Ereceği ve Türkiye’nin Antlaşma Gereği Yer Altı Madenlerini Kullanamadığı İddiası

Lozan Antlaşması’nın 2023’te Sona Ereceği ve Türkiye’nin Antlaşma Gereği Yer Altı Madenlerini Kullanamadığı İddiası

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasına dair en önemli uluslararası antlaşmalardan biri olan Lozan, aynı zamanda yanlış bilgiler ve komplo teorilerinin de vazgeçilmez bir öznesi. Antlaşmaya dair en yaygın yanlış söylemlerden biri, Lozan’ın 100. yılda sona ereceği ve antlaşmada bulunan “gizli maddeler” sebebiyle, Türkiye’nin 100 yıldır bor, doğal gaz vb. yer altı madenlerini kullanamadığı iddiası.
23 Temmuz 1923’te yapılan antlaşmanın hiçbir maddesi 2023’te sona ereceğine dair bir hüküm barındırmıyor. Lozan Antlaşması’nda gizli maddeler de bulunmuyor. CİMER’in, bir vatandaşın bu yöndeki sorusuna antlaşmada hiçbir şekilde gizli madde bulunmadığına dair verdiği cevapla Türkiye Cumhuriyeti Lozan’ın gizli maddeleri olduğuna ve bu sebeple madenlerin işletilemediğine dair bu iddiaları tekzip etmiş oldu. Bunun yanında Enerji Bakanlığı verileri de Türkiye’nin yıllardır en yüksek bor ihracatı gerçekleştiren ülkeler arasında olduğunu gösteriyor, Türkiye doğal gazda da kaynaklarını halihazırda kullanıyor.

7

Lozan Antlaşması’nda Yunanistan’ın Ödemeyi Kabul Etmesine Rağmen Türkiye’nin Yunanistan’dan Savaş Tazminatı Almadığı İddiası

Lozan Antlaşması’nda Yunanistan’ın Ödemeyi Kabul Etmesine Rağmen Türkiye’nin Yunanistan’dan Savaş Tazminatı Almadığı İddiası

Lozan’a dair ara ara gündeme gelen bir diğer iddia da 54. Maddeye göre, aslında Yunanistan’ın Türkiye’ye savaş tazminatı ödemeyi kabul ettiği, fakat Yunanistan’ın yaşadığı ekonomik sorunlar nedeniyle Türkiye tarafının bu uzlaşıyı reddettiği iddiası. 
Gerçekte, Türkiye Yunanistan’dan 4 milyon altın savaş tazminatı talep etmiş, buna karşılık olarak Sevr’i uygulatamamış ülkeler de 1. Dünya Savaşı’nda yenik düşmüş Osmanlı Devleti adına Türkiye’den nihai olarak 12 milyon altın savaş tazminatı talep etmişti. Türkiye, Osmanlı’nın borçlarını ve 1. Dünya Savaşı’ndaki yenilgiye dair sorumluluklarını kabul etmiyordu. 
Yunanistan tarafı Türkiye’nin kendisinden istediği 4 milyon altını, içinde bulunduğu ekonomik durumun güçlüğünü gerekçe göstererek ödemeyi reddetti. Müttefik devletlerin kalanı da Yunanistan’dan yana tavır gösterdiler. Meselenin bir an önce kararlaştırılması için bir baskı oluşturuldu, Yunanistan’ın antlaşmadan vazgeçeceği ima edildi. 
Sonuçta, Türkiye ve müttefik devletler savaş tazminatı taleplerinden karşılıklı olarak vazgeçmeyi kabul etti. İtilaf devletleri Osmanlı’yı işgal ettikleri müddetçe yaptıkları masrafların karşılığını Türkiye’den istemekten vazgeçti. Türkiye de, Yunanistan’dan savaş tazminatı istemekten vazgeçti. Bunun karşılığında Meriç batısında bir bölge olan Karaağaç, Türkiye’ye bırakıldı. 
Özetle, Lozan Antlaşması Md. 54’e göre Yunanistan’ın ödemeyi kabul etmesine rağmen, Türkiye’nin Yunanistan’dan savaş tazminatı almaktan feragat ettiği iddiası asılsız.