9 Mayıs Avrupa’da barış ve birlikteliği hatırlamak adına her yıl Avrupa Günü olarak kutlanıyor. Fakat Avrupa bu barış ve birlikteliğin 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana en fazla sınandığı zamanlardan da geçiyor. 1990’larda Yugoslavya’nın dağılmasının ardından bölgedeki çatışmalar karşısında bir barış projesi olarak kurulan Avrupa Birliği’nin pasif tutumu o dönemlerde Avrupa’nın geleceği ile ilgili birçok soru işareti uyandırmıştı. Sonrasında ise AB toparlandı ve Rusya sınırlarına kadar bir genişlemeyle kıtanın istikrarı için sorumluluk aldı. Fakat Rusya’nın 2022’de başlattığı Ukrayna işgali AB’nin dış politikada yekpare bir kurum olarak hareket edebilme kapasitesi olduğuna dair tartışmaları yeniden alevlendiriyor. AB’nin bir bütün olarak güvenlikle ilgili kararlarını verme kapasitesinin yanında ekonomik yarışta ABD ve Çin’den geride kalması ve sığınmacılarla ilgili politikasızlığı da öne çıkan sorunlar. 
AB’nin tüm bu politika alanlarında bir şekilde muhatap aldığı en büyük komşularından biri ise Türkiye. Ve AB ve Türkiye arasında ilişki oldukça karmaşık bir tarihe sahip.
Ankara Anlaşması’dan Helsinki Zirvesi’ne
AB ve Türkiye arasındaki ilişkiler, 1963 yılında imzalanan Ankara Anlaşması ile resmen başladı. Bu anlaşma, Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile ekonomik ortaklık yoluyla üyelik perspektifine sahipti. Anlaşma üç aşamalı süreçten oluşuyor; süreç sonunda Türkiye’nin AET ile Gümrük Birliği yoluyla entegrasyon sağlaması planlanıyordu. Ancak bu süreçte meydana gelen 1980 askeri darbesi, AET’nin yapısının değişmesi gibi siyasi ve ekonomik nedenlerden dolayı Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne katılması 1995 yılının sonunu buldu. 
Ortaklık yoluyla entegrasyon süreci devam ederken Türkiye tam üyelik hedefiyle AET üyeleri arasında 1958 yılında imzalanan Roma Antlaşması’na dayanarak 1987 yılında katılım başvurusunda bulundu. Böylece Türkiye-AB ilişkilerinde ortaklık yoluyla üyelik perspektifinin yanı sıra katılım yoluyla üyelik perspektifi oluştu. Bu başvuruya yanıt AET Komisyonu’ndan 1989 yılında geldi; Türkiye’nin bir Avrupa ülkesi olduğu görüşü bildirilmekle beraber, Ankara Anlaşması ile başlayan ortaklık perspektifiyle devam edilmesi görüşü sunuldu. 
1999 yılında Helsinki Zirvesi’nde Türkiye resmen AB’ye aday ülke ilan edildi, 2004 yılında üyelik müzakerelerinin başlatılması kararı alındı. Ancak, tam üyelik müzakereleri oldukça karmaşık ve uzun bir süreç oldu. Siyasi, ekonomik ve kültürel farklılıklar, müzakerelerin ilerlemesini engelledi. Özellikle Kıbrıs sorunu, insan hakları ve demokrasi konularında yaşanan sıkıntılar müzakerelerin seyrini etkiledi. 1990 yılında Avrupa Topluluğu(AT)’na tam üyelik başvurusunda bulunan GKRY’nin 2004’te Birlik’e resmen katılması, Türkiye’nin katılım müzakerelerinde ilerleme kaydetmesini oldukça zorlaştırdı.
Krizlerin Şekillendirdiği Son 20 Yıl
Siyasi gerilimler, terör tehditleri, mülteci krizi ve demokratik standartlara ilişkin endişeler müzakere sürecini durma noktasına getirirken Arap Baharı sonrası artan uluslararası düzensiz göç Türkiye ve AB’yi sığınmacılar konusunda bir masaya oturmasına neden oldu.    2013 yılının sonunda imzalanan Geri Kabul Anlaşması (GKA) ile ilişkiler yeni bir boyuta taşındı. Anlaşmaya göre AB Schengen sınırlarına yasadışı yollardan giren Türk veya üçüncü ülke vatandaşlarının ya da vatansızların Türkiye’ye iadesi karşılığında Türkiye’de bulunan AB vatandaşları iade edilecek ve Türkiye’ye Schengen vizesi konusunda kolaylık sağlanacaktı. Ancak Türkiye anlaşma gereği yükümlülüklerini yerine getirmesine rağmen vize serbestisi konusunda herhangi bir gelişme kaydedilmedi. 
Üyelik Hala Mümkün mü?
Türkiye’nin AB macerası başlamasından bu yana üyeliğin mümkün olmadığını belirtenler kültürel farklılık ve Türkiye’nin ekonomik ve demografik büyüklüğünü her zaman vurguladılar. Türkiye AB üye ülkeleri arasında en yüksek nüfuslu ülke ve  GSYH açısından AB üye ülkeleri arasında 6. sırada. AB’nin daha önce sindirebildiği ülkeleri aşan ve demografik korku salan teorilere neden olan bir büyüklük bu. Türkiye’nin üye olduğu takdirde AB Parlamentosu’nda en fazla sandalye sayısına sahip olacak olması da cabası. Hukuk ve adalet konusunda Türkiye’nin performansı da AB tarafından yeterli görülmüyor. 
AB tarafından da kendi içinde Macaristan gibi AB’nin kurulduğu ilkeleri esneten politikaları olan ülkelerle uğraşırken yeni bir genişleme sürecine girilmesi oldukça riskli gözüküyor. Son yıllarda yaşadığı düzensiz göç, ekonomik krizler, COVID-19 pandemisi, Brexit gibi meydan okumalar Birlik’in yeni üye ülke kabul etmesini erteleyen etkenler. Son olarak 2013 yılında Hırvatistan AB’ye katıldı. AB’nin karşılaştığı sorunlardan ve bölgesel anlaşmazlıklardan dolayı; küçük nüfuslu, ekonomik ve kültürel entegrasyonu Türkiye’ye göre daha hızlı olabilecek Batı Balkan ülkelerinin katılım süreçleri de belirsizliğini koruyor.