Yazar:
Gül Hür
19 Ekim 2025 Louvre Müzesi soygununun ardından Fransa Adalet Bakanı, Fransız halkının kendilerini soyulmuş gibi hissettiği açıklamasında bulunmuştu. Bu ifade, müze soygunlarının adi bir suç olmaktan çok daha öte bir anlam taşıdığını anlamamız için oldukça önemli. Keza her büyük soygun, bir toplumun kültürel kimliğine saldırı olarak da algılanır. Mona Lisa’nın çalınması Fransa’nın milli gururunu, Green Vault’un çalınması ise Almanya’nın barok mirasını sarsmıştır. Türkiye’deki Resim ve Heykel Müzesi skandalı da modern ulusal sanat hafızasının zedelenmesi olarak görülüyor. Sanat tarihçileri bu açıdan, eser kaybını fiziksel değil, sembolik bir yara olarak, kültürel travma ve hafıza bağlamında tartışır.

Louvre soygunu sonrası inceleme yapılıyor (Kaynak: https://www.artnews.com/art-news/news/art-crime-experts-louvre-robbery-1234758008/)

Bir Pazar sabahı sadece dört dakika süren ve hırsızların son derece rahat tavırlarıyla dikkat çeken bu akıl almaz soygundan geriye onlarca soru kaldı. Napolyon Bonaparte’ın eşi Marie Louise’in kolyesi ve küpesi, III. Napolyon’un eşi Eugenie’nin tacı ve broşu ile I. Louis-Philippe’in eşi kraliçe Marie-Amelie’nin tacı, kolyesi ve küpelerinin çalındığı bu soygundaki maddi kayba başlarda paha biçilemese de son günlerde tahmini kaybın 88 milyon avro civarında olduğu konuşuluyor. 
Peki hırsızlar bu eşsiz mücevherleri kime satabilir?
Avrupa Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’nün (EUISS) 2021 tarihli analizine göre, çalınan sanat eserleri çoğu zaman doğrudan satılmaz. Bu eserlerin çoğu yasadışı pazarlarda teminat olarak kullanılıyor. Yani tıpkı kara para, silah ya da uyuşturucu ticaretinde olduğu gibi, bu eserler borç, fidye ya da anlaşma karşılığında rehin bırakılabilir. Bazıları ise özel koleksiyonerlere gizlice satılır. Kimi koleksiyonerler için evinde “kimsenin bilmemesi gereken bir Caravaggio” bulundurmak, statü göstergesi haline gelir. Böylece sanat hırsızlığı, piyasanın karanlık uzantısına dönüşür. Müze duvarında kutsal sayılan eser, yeraltı ekonomisinde bir para birimi gibi dolaşmaya başlar.
Bu büyük soygunlar elbette sıradan hırsızların işi olmuyor. Araştırmalar gösteriyor ki büyük müze hırsızlıklarının çoğunda ya kurum içinden bilgi sızmıştır ya da organize suç ağları işin içindedir. Rotterdam, Boston, Dresden gibi olaylarda hırsızların müzenin güvenlik rutinlerini milimetrik bildikleri, bazen eski çalışanlarla bağlantılı oldukları kanıtlandı. Sanat tarihçisi Noah Charney buna “inside intelligence theft” der. Yani bilgi hırsızlığı, fiili hırsızlıktan önce gelir.
Bu tür vakalarda hırsızlar kısmen yakalanıyor.
Fakat hırsızlar yakalansa bile çoğu eser kayıplara karışıyor. Örneğin Boston’da 1990 yılında gerçekleşen Isabella Stewart Gardner Müzesi soygunu, 13 eserle tarihin en büyük sanat hırsızlığı oldu ve olayın üzerinden bunca yıl geçmesine rağmen eserlerden bir tanesi bile bulunamadı. Buna karşılık 1911 Mona Lisa soygununun hırsızı olan Vincenzo Peruggia ise yakalanmıştı. Onun hırsızlığının gerekçesi ise diğerlerinden çok farklıydı. Peruggia, tablonun İtalya’ya ait olduğunu savunuyordu ve soygunu da politik sebeplerle gerçekleştirmişti. Yani sanat hırsızlıklarının motivasyonu ekonomik ya da ün kazanma isteği olabileceği gibi, kimi zaman ideolojik nedenlere de dayanabiliyor.

Rembrandt’ın çalınan “Fırtınada İsa” tablosunun boş çerçevesi (Kaynak: https://www.nytimes.com/2015/03/01/arts/design/isabella-stewart-gardner-heist-25-years-of-theories.html)

“Paha biçilemez” eserlerin sergilendiği müzelerin nasıl bu kadar güvenlik açığı olabiliyor?
Kısa yanıt, müzelerin paradoksal yapılar olmasında saklı: Müzeler hem erişilebilir olmalı hem de korunmalı. Açık bir kültürel alan olarak kalmak istedikleri için aşırı güvenlik estetik ve kamusal deneyimi bozar. Üstelik pek çok müze tarihi binalarda yer aldığından, buralar yapısal olarak modern güvenlik sistemlerine uygun olmayabilir. Bütçe kısıtlamaları, bakım eksikliği, ya da bazen “Bizim müzemizi kim soyar ki?” şeklinde tezahür eden kültürel kibir gibi nedenlerle güvenlikte ciddi açıklar oluşuyor.
Uzmanlara göre bu tablo, yalnızca bir suç meselesi değil, aynı zamanda modern müzenin kırılgan ideolojisinin bir yansıması. Sorun kapıların kilitlenmemesi değil, kültürel değeri koruma biçimlerinin (müze, sigorta, piyasa ve devlet düzeyinde) artık dayanıksız hale gelmesi. Kültürel teorisyenler ise bu durumu, sanatın kutsallığının sarsılması olarak yorumluyor. Bir tablo çalındığında müze, bir anda sıradan bir mekana dönüşüyor ve sanatla toplum arasındaki o görünmez mesafe ortadan kalkıyor. Mona Lisa’nın şöhretinin soygun sonrası patlaması da bu paradoksun en çarpıcı örneği: Hırsızlık, eserin dokunulmazlığını değil, popülerliğini artırıyor.
Bu tabloya benzer şekilde, dünyanın dört bir yanında sanat tarihine damga vuran büyük hırsızlık vakaları yaşandı. Kimi birkaç dakika sürdü, kimi yıllarca planlandı. Ortak noktaları ise her birinin ardında büyük bir boşluk ve onlarca soru bırakmış olması. 
İşte dünya sanat tarihine damga vuran bazı soygunlar:
1. Mona Lisa: Louvre, Paris (1911)
Sanat tarihinin bugün bile en meşhur hırsızlığı olarak addedilen olay, 21 Ağustos 1911 sabahı gerçekleşti. Louvre’da çalışan İtalyan işçi Vincenzo Peruggia, müzede saklanarak ertesi gün erken saatlerde Mona Lisa’yı duvarından indirip paltosunun altına gizledi. Peruggia, tabloyu “İtalya’ya ait bir eser” olarak gördüğünü ve İtalya'ya geri verilmesi gerektiğini savunuyordu. Eser iki yıl boyunca saklandıktan sonra 1913’te Floransa’da ele geçirildi. Bu olay, Mona Lisa’yı yalnızca sanatsal değil, kültürel bir fenomene dönüştürdü. Özetle bu hırsızlık, tablonun şöhretini kat kat artırdı.

1911’de çalındıktan sonra 1914’te bulunan Mona Lisa’nın önünde toplanan kalabalık. (Kaynak: https://www.theguardian.com/artanddesign/2019/aug/23/mona-lisa-stolen-from-louvre-archive-23-august-1911#img-1)

2. Isabella Stewart Gardner Müzesi: Boston, ABD (1990)
18 Mart 1990 gecesi, iki kişi polis kılığına girerek Boston’daki Isabella Stewart Gardner Müzesi’ne girdi. Gece vardiyasındaki güvenlik görevlilerini kelepçeleyip bodruma kilitlediler ve Rembrandt, Vermeer, Degas gibi ustalara ait 13 eseri çalarak tarihin en büyük sanat soygununu gerçekleştirdiler. Toplam değeri yaklaşık 500 milyon dolar olan eserlerden hiçbiri bulunamadı. FBI, soygunun organize suç bağlantılı olduğuna inanıyor. Bu nedenle olay hâlâ çözülmemiş en büyük sanat hırsızlığı olarak anılıyor.
3. The Scream (Çığlık): Oslo, Norveç (1994 & 2004)
Norveçli ressam Edvard Munch’un ikonik eseri The Scream, iki kez çalınarak sanat dünyasının en sansasyonel vakalarından birine dönüştü. İlk hırsızlık 1994’te, Lillehammer Kış Olimpiyatları’nın açılış gününde Oslo’daki Ulusal Galeri’de gerçekleşti. Hırsızlar alarm sistemini devre dışı bırakıp tabloyu duvardan söktü ve geriye sadece “Thanks for the poor security” (Zayıf güvenlik için teşekkürler) yazılı bir not bıraktı. Eser birkaç ay sonra kurtarıldı. 2004’te ise silahlı saldırganlar, Munch Müzesi’nden The Scream ve Madonna tablolarını çaldı. Her iki eser de yıllar süren operasyonların ardından bulundu.

(Kaynak: https://www.futurelearn.com/info/courses/art-crime/0/steps/11878) 

4. Kunsthal Rotterdam: Rotterdam, Hollanda (2012)
16 Ekim 2012 sabahının erken saatlerinde, Kunsthal Müzesi sadece birkaç dakikalık bir soygunla tarihe geçti. Üç hırsız, alarm sistemini etkisiz hale getirip Picasso, Matisse, Monet, Gauguin, Freud ve diğer ustalara ait yedi tabloyu çaldı. Soygunun yalnızca üç dakika sürdüğü tespit edildi. Eserlerin toplam değerinin 100 milyon euroyu aştığı tahmin ediliyor. Hırsızlar kısa süre içinde Romanya’da yakalansa da tabloların yakıldığı iddia edildi. Eserlerin akıbeti hâlâ bilinmiyor.
5. Green Vault: Dresden, Almanya (2019)
25 Kasım 2019 sabahı, Almanya’nın Dresden kentindeki Green Vault (Yeşil Kubbe) müzesine giren soyguncular, ülke tarihinin en büyük hırsızlıklarından birini gerçekleştirdi. Müzenin elektrik sistemini devre dışı bırakarak alarmı kapattılar ve 18. yüzyıldan kalma elmaslı mücevherleri saniyeler içinde çaldılar. Çalınan parçaların toplam değerinin 100 milyon euronun üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Olay, organize suç ağı Remmo klanına bağlandı. 2022’de beş sanık mahkum edildi, ancak mücevherlerin büyük bölümü hâlâ kayıp.

Türkiye’de Müze Soygunları ve Güvenlik Açıkları

Türkiye’de sanat ve arkeoloji müzelerinde yaşanan hırsızlık vakaları, genellikle uzun süren idari ihmaller ve denetim eksiklikleriyle gündeme geldi. Avrupa’daki örneklerin aksine, bu olaylar çoğu zaman yüksek profilli soygunlardan ziyade kurum içi zafiyetlerin sonucu olarak ortaya çıktı. Envanter kayıtlarının güncel olmaması, güvenlik sistemlerinin yetersizliği ve eserlerin izlenebilirliğini sağlayan mekanizmaların eksikliği, kültürel mirasın korunmasında önemli riskler oluşturuyor. 

Bu durumun en dikkat çekici örneklerinden biri, Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde 2005–2009 yılları arasında yaşandı. Bu dönemde 300’den fazla tablo ve heykel, müze çalışanlarının da dahil olduğu bir düzenle çalınıp yerlerine sahte kopyalar konuldu. Türkiye’nin en kapsamlı sanat eseri hırsızlığı olarak kayıtlara geçen olayda bazı eserler daha sonra bulunurken, bir kısmının nerede olduğu hâlâ bilinmiyor. Daha eski bir olay 1969’da İzmir Arkeoloji Müzesi’nde yaşanmıştı. Müzede çok sayıda tarihi eserin kaybolduğu ortaya çıkmış ve bu olay, müze güvenliği ve envanter denetimlerinin güçlendirilmesi yönünde kapsamlı düzenlemelerin yapılmasına yol açmıştı.