Bu metin 20 Ekim 2021 tarihinde Eleanor Peake tarafından The New Statesman dergisinde yayımlanmış yazının çevirisidir.
Sadece siz değilsiniz- pandemi beyin psikolojimizi değiştirdi.
Geçen hafta, ev arkadaşım cumartesi sabahı arkadaşlarımızla buluşmaya söz verdiğimizi hatırlattığımda gözyaşlarına boğuldu.
Şimdi bunu hatırlamaya utanıyor, dünyada cumatesi sabahı 9’da bir kahvaltı buluşmasından daha kötü şeyler de var, ama 19 Temmuz’da karantina kuralları hafiflediğinden beri kendimiz için zaman bulmak imkansız bir hâl aldı. Çarşambalar, perşembeler ve pazar öğleden sonraları komedi geceleriyle, doğum günü partileriyle; okul arkadaşlarıyla hafta sonu kaçamakları ve eski iş arkadaşlarıyla hafta ortası bar ziyaretleriyle doldu. Kaybedilen zamanı telafi etme çaresizliği, tekrar neşe ile tüketilmiş hissetmek için sabırsız olduğumuz için, aktivitelerin bulanıklaşmasıyla sonuçlanıyor.
Aylar geçiyor ve bu amansız sosyal ritim hiçbir yavaşlama belirtisi göstermiyor. Ev arkadaşım, ben onu bir bardak çayla sakinleştirmeye çalışırken, sosyalleşmenin yorucu hale geldiğini söylüyor.
Her zaman böyle miydi? Gerçekten Covid-19 öncesini hatırlayabilen biri var mı? Bu soruya cevap bulmaya çalışmak sıkıcı bir rüyayı hatırlamak gibi: Covid öncesi hayatın ayrıntılarını ne kadar çok hatırlamaya çalışırsanız, o kadar çabuk kayboluyor, sanki hiç olmamış gibi.
2018 yılında Antarktika'daki bir grup psikolog, şu andaki mevcut toplu yorgunluğumuzu anlamamıza yardımcı olabilecek bir rapor yayımladı. Araştırmacılar, Antarktika'da yaşayan katılımcıların normalden daha sıkıcı ve daha az canlı hissettiklerini bildirmeleri üzerine, dünyanın bir ucunda yaşayan insanların duygusal kapasitelerinin, orada bulundukları sürede önemli ölçüde azaldığını buldular. Çalışmadaki psikologlar bu duruma “psikolojik kış uykusu” adını verdiler. Bu da şu an çoğumuzun anlayabileceği bir durum olsa gerek.
İnsanların felaketler ile psikolojik olarak başa çıkma yöntemlerinde uzman psikolog Emma Kavanagh: “Pandemi boyunca fark ettiğimiz şeylerden biri, insanların bu psikolojik kış uykusu aşamasına girmeye başlamasıdır" diyor. “Etrafta çok fazla ses, insan ya da farklı tecrübe bulunmadığı zaman, beynin tamamen aynı seviyede çalışması gerekmez. Yani insanlarının duygusal olarak ‘her şeyin geri gitmiş gibi olduğunu’ hissettiklerini görüyoruz. Semptomlar açısından bu duygular, ‘duygusal tükenmişliğe’ çok yakın.” Kavanagh şöyle devam ediyor: “Bence bu durum karantina sürecinde çoğu insanda meydana geldi ve şu an daha yüksek uyaran seviyelerine uyum sağlamak için mücadele ediyoruz.”
İster dünyanın bir ucundaki Güney Kutbu, ister Covid kaynaklı karantinalar olsun, insanlar olağandışı düşük uyarıcı ortamlarda yaşadıklarında, beyin yeni statükoya oldukça hızlı bir şekilde adapte oluyor. Kavanagh'a göre beynimiz “daha sessiz bir seviyede” çalışmaya alıştı. Kavanagh bunu, "Yalnız kalmaya alıştık" diye de özetliyor.
Birkaç ay almış olabilir ama bunun etkisini nihayet fark ediyoruz. Kavanagh, “Eskisi gibi dışarı çıktığımızda, sistemimiz için büyük bir şok yaşanıyor” diyor: “Beynimiz farklı (ve daha yavaş) bir hızda işlemeye alıştığından, etkinlikler bizi pandemi öncesine kıyasla çok daha fazla yorabilir.”
Pandemi döneminde psikolojimizi şekillendiren tek faktör bununla sınırlı değil. Kavanagh şöyle açıklıyor: “Beynimizin stresli durumlarda bize yardımcı olmak için yaptığı diğer şeylerden biri de duygusal düzenleme. Bu çoğu zaman şu şekilde gerçekleşiyor: Beynimizin akıllı bölümü, yani prefrontal korteks, kötü kararlar vermemizi engellemek için bizi ikna etmeye uğraşıyor. Yani aslında beynimizin bu karar verme bölümünü, çok stresli hâle geldiğimizde limbik sistemimizi (duygu ve davranışların düzenlenmesinde görevli bölümü) sakinleştirmek için kullanıyoruz. Bu da çok fazla bilişsel enerji harcamamıza sebep oluyor.” Kaçınılmaz olarak, bu durum bizim duygusal direncimiz üzerinde etkili oluyor. “Bu durum biz sonuçlarını tecrübe etmeden uzun süre ilerleyemez, çünkü (beynin bu şekilde çalışması) 18 ay kadar uzun sürmeye tasarlanmış bir sistem değil. Bu tarz bir stres, saatlerce süren bir uykudan sonra bile insanda tükenmişlik hissinin oluşmasına yol açabilir.” diyor Kavanagh.
Öyleyse neden bazılarımız, mesela ev arkadaşım, bu durumun yan etkilerini ancak şimdi hissetmeye başladık? Psikoterapist ve davranış uzmanı Nilufar Ahmed şöyle açıklıyor: “Kısıtlamalar hafifletildikten sonra, ilk başta fazla bir etkisi olmadan, doğrudan tam zamanlı sosyalleşmeye başlayan insanlar, en çok endişe edeceğim kişilerdir. Bu insanların birçoğu, karantinadan çıkar çıkmaz bir adrenalin patlaması yaşadı, ancak bu kaçınılmaz olarak bir noktada azalarak kayboluyor. Dolayısıyla bu insanlar kısıtlamalar hafifletildikten aylar sonra, kendilerini birdenbire sosyal açıdan tükenmiş hâlde bulabiliyorlar.”
Sosyalleşme enerjimizin geri dönmesi birkaç ay daha sürebilir, ancak emin olun, geri gelecektir. "Bildiğimiz bir şey var ki, insanları izole bir ortamdan uzaklaştırdığınızda beyin fonksiyonları normale dönüyor” diyen Kavanagh, "Bu zaman alıyor, tam olarak ne kadar süreceğini söylemek zor" diye açıklıyor.
Son olarak, sosyal programlarımız tekrar hareketlenirken, her şeyin gerçekten tamamıyla normale döndüğünü düşünmek de yanlış. "Bence mücadele ettiğimiz diğer konu da, hâlâ devam eden bir tehdit durumunda olduğumuz gerçeği. İnsanlar hala tehlikeli bir durumda olduklarını hissediyorlar, bu da beynimizin yeni ortamlarımıza uyum sağlama yeteneğini daha da azaltıyor,” diyor Kavanagh. Aylar geçiyor ve beynimiz hâlâ hayatta kalma modunda çalışıyor. “Mental enerjimizi eski hâlimize ve eskiye dönmeye gerçekten harcayamıyoruz çünkü durumu hala kötü olduğu zihniyetindeyiz. Birçok insan için normal hayat hâlâ oldukça korkutucu.”
Normalleşme yavaş yavaş ve kaçınılmaz olarak hayatımıza geri sızarken, onun yavaş temposunu da kişisel hayatımıza temkinli bir dönüşle yansıtmalıyız. Geçen zamanı aşırı bir şekilde telafi etme isteği, Kavanagh’ın haklıca uyardığı şekilde, yalnızca daha büyük bir tükenmeye yol açabilir. Kavanagh, son olarak, “Bence birçok insan için, kendilerine vermeleri gereken tek şey zaman” diyor. Sabırsız ev arkadaşım için ise bu en zor hayat dersi olmaya devam ediyor.