Küresel kentler, tam da bu yapısal dönüşümün üzerine oturan bir tartışma. Ulus devlet prensibi, alternatiflerini ezerek son yüz yıl için temel siyasi birim olarak kendini kabul ettirdi. Büyük yapısal dönüşümler ve küreselleşme gibi dalgalara da ayak uydurabilecek esnekliğe sahip olduğunu gösterdi ve göstermeye devam ediyor. Fakat ulus devletin ilk dönemlerinde alt ettiği büyük kentler yeni sistem içinde farklı rollerle kendini tekrar buluyorlar.
Sosyolog Saskia Sassen'in ortaya attığı bir kavram olan küresel kent, küreselleşen ekonominin dünyanın farklı coğrafyalarına dağılan üretim aşamalarını dikkate alarak, ekonomik ve finansal ağların merkezlerine atıfta bulunuyor. Küresel kentlerden akla ilk gelenleri New York, Los Angeles, Paris, Londra ve Tokyo.
1900 yılında dünya nüfusunun sadece %16'sı kentlerde yaşıyordu. Bu oran 400 yıl öncesinin tam dört katıydı. Oysa sadece yüz yıl içinde, kentlerdeki nüfus oranı üç katına çıktı ve 2007'de kent nüfusu oranı, kırsal nüfusu ilk kez geride bıraktı. Tahminler 2050 yılına kadar kentli nüfusu oranının %70'e ulaşacağını öngörüyor. Kentleşmenin bu ivme kazanan artışının insanların yaşam alanlarındaki basit bir mekân değişiminden çok öte sonuçları var. Kentsel ve kırsal, mekân farklılığının doğurduğu farklı sosyolojik olguları da barındıran kavramlar. Bu nedenle, kent nüfusu oranındaki bu radikal değişimin farklı alanlarda sonuçlar doğurması da kaçınılmaz.

Her ne kadar erken endüstrileşmiş ülkelerin sanayi, finans ve kültürel anlamda öne çıkmış kentleri ağırlıklarını sürdürse de küreselleşen ekonomideki dinamizm yeni küresel kentlerin ortaya çıkışını da beraberinde getiriyor. Artık karşımızda bazı merkezlerin ağırlığıyla beraber genişleyen ekonomik ve finansal bir kentler ağı var. Bu ağın nüfus olarak ağırlığı göçlerle arttığı gibi ekonomik ağırlığı da kentlerin etkinliğini genişletiyor. Bunun yanında, sosyal ve kültürel anlamda yapılar, kurumlar ve sorunlar benzeşmeye başlıyor.

İstanbul, Asya ve Avrupa kıtalarının birleşim yerindeki elverişli konumu ve nüfusu 15 milyonu aşan bir sanayi ve finans merkezi olmasıyla, küresel ekonomik ağda yeri olan bir küresel kent özelliği gösteriyor. 1980'lerden bu yana süregelen neoliberal politikalarla Türkiye'nin küresel ekonomiye eklemlenme sürecinde, İstanbul her zaman önemli bir rol oynadı. Bu dönemde İstanbul'a yönelik yatırımlar da hükümet politikaları da küresel kent vizyonu çerçevesinde şekillendi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın İstanbul belediye başkanlığından gelen kariyer yolu, bir küresel kent olarak İstanbul'un ve İstanbul'u idare etmenin ulusal siyasette önemini göstermesi açısından çarpıcı. Daha çarpıcı olan ise bir küresel kenti yönetip ulusal siyasette kalıcı olmuş aktörlerin Erdoğan'la sınırlı olmaması. Paris belediye başkanı olan Jacques Chirac sonrasında Fransa'nın cumhurbaşkanı olmuştu. Eski Londra belediye başkanı Boris Johnson ise şu an İngiltere'nin başbakanı.

23 Haziran yenileme seçimleriyle CHP'den belediye başkanı seçilen Ekrem İmamoğlu, İstanbul'da 25 yıldır seçimleri kazanan sağ kanat partilerin egemenliğini sona erdirdi. Ana muhalefet partisinin İstanbul'da seçimleri kazanmasının ulusal siyasette de bazı değişiklikleri beraberinde getireceği, İstanbul'un ekonomik ağırlığından ve ülke siyasetindeki öneminden tahmin edebileceğimiz bir durum. Fakat CHP'nin bir sosyal demokrat parti olarak İstanbul gibi bir küresel kentte yerel seçimleri kazanması uluslararası ölçekte son yıllarda fark edilen bir eğilimi Türkiye içinde de gözlemlememizi sağladı.

Özellikle Avrupa ve ABD'deki küresel kentler son on yıldır ağırlıklı olarak sola eğilimli siyasi partilerden gelen belediye başkanları tarafından idare ediliyorlar. Institute of Urban Strategies'in hazırladığı Global Power City Index listesinde, Avrupa'da yer alan 16 küresel kentin 13'ünü, 2019 itibariyle, sosyal demokrat veya sosyalist belediye başkanları yönetiyor. Avrupa'da sol eğilimli belediye başkanları tarafından idare edilmeyen üç kent Stockholm, Madrid ve Moskova. ABD'de ise 6 küresel kentin belediye başkanlarının hepsi Demokrat Partili. 2019'da Demokrat Parti'den Chicago belediye başkanı seçilen Lori Lightfoot, ABD'nin büyük bir şehrinde belediye başkanı olabilen ilk Siyahi kadın ve açık LGBTI aday olarak tarihe geçmişti.
Global Power City Index listesinde bulunan toplam 44 kentin 36’sında asgari demokratik prosedürlerle yerel yöneticiler belirleniyor. Bu 36 kentin 22’sinde siyasi yelpazenin solunda kalan siyasi partilerden gelen siyasetçiler belediye başkanlığı yapıyor. Bu eğilim en fazla ABD ve Avrupa ülkelerinde gözlemleniyor. Seul, Vancouver ve Mexico City ise ABD ve Avrupa dışında bu eğilimin kendini gösterdiği kentler.