Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1992 tarihli BM Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda alınan karar ile her yıl 22 Mart günü “Dünya Su Günü” olarak kutlanıyor. Dünyada suyun giderek artan öneminden dolayı kutlanan bu günde her yıl farklı bir tema üzerinden küresel olarak su kaynakları ve kullanımı ile ilgili yaşanan sıkıntılara dikkat çekiliyor.
Yaşam için gerekli bir temel madde olmanın yanı sıra, suyun korunması, savunulması, doğru kullanılması, herkesin hijyenik ve sağlıklı bir suya ulaşım hakkı olduğu uluslararası sözleşmelerce de korunan maddeler arasında. Su, yeterli miktarda ve iyi kalitede suyun varlığı, tatlı su ekosistemlerinin olduğu kadar, gıda güvencesinin ve sürdürülebilir kalkınmanın, dolayısıyla insanlığın geleceğinin de temel koşuludur. Dünya Su Günü’nde amaç, devletleri suyu sadece bir ekonomik ve ya ticari bir meta olarak görmeyip, ekolojik sistemin bir parçası olduğunun bilincinde etkin politikalar izlemeye çağırmak.
UNICEF tarafından hazırlanan “İçme Suyu, Sanitasyon ve Hijyen Alanında İlerleme: 2017 Güncellemesi ve Sürdürülebilir Kalkınma Hedefinde İlk Durum” raporuna göre tüm dünyada her 10 kişiden 3’ünün (2,1 milyar insan) evinde güvenilir kullanma suyu bulunmazken, her 10 kişiden 6’sı, yani yaklaşık 4,4 milyar insan da uygun koşullara sahip sanitasyondan yoksun olarak yaşıyor.
Birleşmiş Milletler’e bağlı UN-Water kuruluşuna göre, dünyada artan nüfus, küresel ısınma, kuraklık gibi nedenlerle suya talep artarken, tatlı su kaynakları her geçen yıl azalıyor. Dünya yüzeyinin dörtte üçü sularla kaplı olmasına rağmen, insan kullanımına uygun tatlı su miktarı sınırlı. Dünya yüzeyindeki mevcut suyun yüzde 1’den daha az bir kısmı ekosistem ve insan kullanımına elverişli tatlı su kaynaklarından oluşuyor. Buna göre, dünya üstünde yaklaşık 35 milyon kilometreküp tatlı su bulunurken, bunun sadece 105 bin kilometreküpü elverişli tatlı su kaynakları arasında yer alıyor.
Suya yönelik talep artışının en temel nedenleri arasında kullanım alanlarının yaygınlaşması olarak görülüyor. Günümüzde su, enerji ve gıda üretimi dâhil olmak üzere birçok ekonomik faaliyet için en önemli girdilerden biri. Sadece hidroelektrik üretiminde değil, fosil yakıtlar veya kaya gazı gibi yeni enerji kaynaklarının üretim süreçlerinde de su, yoğun bir şekilde kullanılıyor.Tatlı su kaynaklarının en büyük bölümü, yaklaşık %70’lik bir oran ile tarım faaliyetlerinde kullanılıyor. Artan nüfusun yanı sıra gelir ve tüketim düzeyinin yükselmesi ve gıda ürünlerine yönelik taleplerin artması da su kaynakları üzerinde ilave baskı yarattığı görüşü mevcut. Suyun kalitesinde görülen değişimler, kirlilik, kuraklık ve biyoçeşitlilikte azalma su ile ilgili başlıca ekolojik problemler olarak sıralanıyor.
Türkiye’de Su Kaynakları Ne Durumda?
Türkiye, sanılanın aksine su zengini bir ülke değil. Artan nüfusu ve parallel olarak artan su kullanım alanları ile Türkiye, ne yazık ki “su fakiri” bir ülke olma yolunda ilerliyor.
Devlet Su İşleri’nin resmi sitesinde yer alan kriterlere göre, ülkede kişi başına düşen su miktarı kriteri üzerinden ülkeler “su zengini” veya “su fakiri” olarak nitelendiriliyor. Bu sıralamaya göre kişi başına düşen yıllık su miktarı 8.000 m3 ‘ten fazla olan ülkeler su zengini, 2.000 m3’ten az olan ülkeler su kıtlığı yaşayan ülkeler ve 1.000 m3’ten az olan ülkeler ise su fakirliği çeken ülkeler arasında yer alıyor. DSİ’nin verilerine göre Türkiye’de yıllık kişi başına düşen su miktarı yaklaşık 1519 m3. Bu miktar ile de Türkiye, su kıtlığı çeken ülkeler kategorisinde yer alıyor. Ancak, TÜİK’in 2030 yılı için 100 milyonluk nüfus tahmini göz önünde bulundurulduğunda, mevcut su miktarı ve tüketimi sabit kaldığında kişi başı kullanımın 1120 m3/yıl civarında olacağı öngörülüyor.

Su kaynakları, evsel, endüstriyel ve tarımsal atıklarla her geçen gün daha da kirlenmektedir. TÜİK’in Belediye Atıksu Göstergeleri’nin 2016 yılına ilişkin bültenine göre, Türkiye’deki 1.397 belediyeden sadece 591’inin atık su arıtma tesisi bulunmaktadır. Kirlenen su kaynakları yalnız biyolojik çeşitliliği değil, aynı zamanda geçim kaynakları suya bağlı olan çok sayıda insanı da doğrudan etkilemektedir. Belediye içerisinde yaşayan nüfusta atıksu arıtma tesisi ile hizmet verilen nüfusun oranı ise %74,8.

Türkiye Gelecekte Tarımda Su Riski Taşıyacak Ülkeler Kategorisinde
Dünya su kaynaklarının yaklaşık %70’i tarım amaçlı kullanılırken, sanayi kullanımı %19, evsel kullanım ise %11 civarında bulunuyor. WWF’in DSİ istatistiklerinden derlediği Türkiye Su Riskleri raporuna göre, Türkiye’de de tarım sektörünün su kaynaklarının kullanımındaki payı yaklaşık %72.
Tahminlere göre su kıtlığının gelecekte daha da artması beklenirken, bu kapsamda dünya nüfusunun %40’ını barındıran 80 ülke şimdiden su sıkıntısı çekiyor. OECD’nin gelecekte tarımda su alanında risk yaşayacağını öngördüğü ülkeler raporunda Türkiye de yer alıyor. Türkiye, orta-yüksek risk grubunda yer alırken, “su kıtlığı”, küresel iklim değişikliği ve su kalitesine karşın Türkiye’nin gelecekte karşılaşacağı en büyük risk grubu olarak belirtilmiş. Raporda Çin, ABD ve Hindistan en fazla su tehlikesi görülecek ülkeler olarak sıralanıyor. Tarımda yaşanacak su tehlikesi endeksine göre de Türkiye, 2024-2050 dönemi içerisinde en çok risk arz eden ilk 15 ülke arasında.

Yıllık Kişi Başına Su Tüketiminde Türkiye İlk Sıralarda
Su kaynaklarının gereğinden fazla tüketimi ve yarattığı ekolojik sorunlar açısından bir diğer referans noktası da bir yılda kişi başına düşen su tüketimi. Statista’nın 2013 yılı verilerinden derlediği yıllık kişi başına düşen su tüketiminde Türkiye, kişi başına en yüksek tüketimin gerçekleştiği 7. ülke olarak sıralanmış.

HES’ler Su Kullanımını Etkiliyor
Su kullanımı bakımından ülke için önem teşkil eden bir diğer konu da hidroelektrik santralleri. Özellikle küresel iklim değişikliğiyle mücadele ve artan enerji talebini karşılamak için doğal gaz, petrol, kömür gibi kaynaklara kıyasla daha temiz ve yenilenebilir bir kaynak olduğu gerekçesiyle hidroelektrik sektörünün gelişimi devletler tarafından teşvik ediliyor.
Ancak, hidroelektrik santrallerin inşat ve işletme süreçlerinde doğaya ve insanlara yönelik etkileri nedeniyle eleştiriler de yöneltiliyor. İnşaat sırasında ağaçların kesilmesi, hafriyat birikimi, erozyon riski oluşumu nedeniyle çevresel tahribata yol açtığı en yaygın yorumlar arasında. Bir diğer nokta da elektrik üretiminin yanı sıra sulama suyu depolama, taşkından koruma ve içme suyu temini gibi amaçlar için de kullanılabilen barajların aksine, depolamasız ve nehir tipi HES’lerde bu tür özelliklerin bulunmayarak sadece elektrik üretimi için inşa ediliyor olmaları. Hidroelektrik santrallerinin depolama özellikleri olmadığından enerji üretimi nehir akımına doğrudan bağlıdır. Bu nedenle, nehir tipi hidroelektrik santraller kuraklığa bağlı akımlardaki düşüşten anlık olarak etkileniyor, bu da elektrik üretiminde sorunlara sebep olabiliyor.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na göre 2016 yılı sonu itibariyle, işletmede bulunan lisanslı ve lisanssız 597 adet HES bulunuyor. HES sayısındaki en büyük artış özellikle son yıllarda ve mevcut iktidar döneminde büyük artış göstermiş durumda.

DSİ’nin istatistiklerine göre 1924-2003 yılları arasında özel sektör tarafından 84, DSİ tarafından da inşa edilmiş toplam 134 HES olduğu görülüyor. 2003 yılından itibaren 2015 yılına kadar inşa edilen toplam HES sayısı da 444. 2016 yılı sonu itibariyle de, işletmede bulunan lisanslı ve lisanssız toplam 597 adet HES var.
Çevre Performans Endeksi Su Kriterlerinde Türkiye’nin Sıralaması Nasıl?
180 ülkenin çevre performansını değerlendiren 2018 Çevre Endeksi içerisinde de su ile alakalı iki önemli gösterge yer alıyor. Raporda Türkiye’nin en başarılı olduğu alanların başında, atık su arıtma kapasitesini ölçüt alan “su kaynakları” göstergesi geliyor. Bu alanda dünyada 41. sırada olan Türkiye’nin skoru da 92,9. İçme suyu ve sanitasyon alanında Türkiye’nin puanı 59,2 olarak hesaplanırken, bu alanda da ülkemiz 180 ülke arasında 72. sırada geliyor.