Avrupa ordusu fikri, İkinci Dünya Savaşı sonrasından günümüze kadar Avrupa bütünleşme projesinin en tartışmalı, ancak aynı zamanda en ilgi çekici konularından biri. Avrupa Birliği’nin (AB) temelinde yatan “kalıcı barış” ve “ortak kimlik” idealleri göz önüne alındığında, kıta ölçeğinde ortak bir savunma mekanizması kurmak Birlik için elbette akla yatkın görünüyor. Öte yandan, AB üyesi devletler hem tarihsel mirasları hem de uluslararası güvenlikten beklentileri farklı olan egemen ülkeler olduklarından, “ortak bir ordu” ya da “ortak savunma” fikrinin pratik ve siyasi açıdan kabul görmesi kolay olmadı.
Son yıllarda ABD’nin Avrupa’dan çekilme ihtimali ve transatlantik ilişkilerdeki belirsizlik, Avrupa ordusu fikrini yeniden canlandırdı. Özellikle Ukrayna - Rusya savaşı ve AB’nin küresel meselelerde daha fazla söz sahibi olmak istemesi, bu fikrin siyasi irade boyutunu güçlendirse de “gerçek” bir Avrupa ordusu kurmanın önünde kısa vadede hâlâ büyük engeller mevcut. Çoğu AB üyesi ülke, NATO’ya ve ABD savunma kapasitesine bağımlı olmaya devam ediyor. Son dönemde uygun adımda yürümeye çalışan Avrupa Birliği’nin askeri bütünleşme sürecini inceledik.
1950
Avrupa Savunma Topluluğu (EDC)
Avrupa ordusu fikri ilk kez 1950’lerde somut bir proje hâline geldi. İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı sonuçlarının ardından, hem komünizm tehlikesine karşı Batı Avrupa’yı ABD güvencesiyle destekleme fikri hem de Avrupa’da savaşın tekrarını önleme isteği, ortak bir savunma mekanizması arayışını beraberinde getirdi. Bu dönemde, ABD önderliğinde Kuzey A
Avrupa ordusu fikri ilk kez 1950’lerde somut bir proje hâline geldi. İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı sonuçlarının ardından, hem komünizm tehlikesine karşı Batı Avrupa’yı ABD güvencesiyle destekleme fikri hem de Avrupa’da savaşın tekrarını önleme isteği, ortak bir savunma mekanizması arayışını beraberinde getirdi. Bu dönemde, ABD önderliğinde Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) kurularak Batı Avrupa’nın Sovyet tehdidine karşı güvenliği büyük ölçüde “Amerikan şemsiyesi” altına alınmıştı. Ancak Avrupa ülkeleri, bu askeri güvencenin yanı sıra kıta içinde daha entegre bir güvenlik yapılanmasına da ilgi duyuyordu.
Bu çerçevede 1950’de Fransa Başbakanı René Pleven, Avrupa Savunma Topluluğu (European Defence Community, EDC) fikrini ortaya atmıştır. EDC, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’ndaki (AKÇT) aynı mantıkla (yani, bir savaş kaynağı sayılan endüstrileri ortak kontrol altına almak gibi) işleyen ve ortak bir ordu kurmaya yönelik kapsamlı bir girişimdi. Amaç, Batı Almanya’nın yeniden silahlanmasından doğabilecek riskleri bertaraf etmek ve aynı zamanda Sovyet tehdidine karşı etkin ve ortak bir Avrupa savunması oluşturmaktı. ABD tarafından da desteklenen EDC Antlaşması, 1954’te Fransa Ulusal Meclisi’nde reddedildi. EDC projesinin Fransa’da reddedilmesinin temel sebepleri ise Fransız kamuoyunun kendi ulusal egemenliğinden vazgeçme konusundaki isteksizliği ve “birleşik ordu” fikrine gelen itirazlar oldu.
1954
NATO Şemsiyesi
Avrupa Savunma Topluluğu’nun başarısızlığından sonra, kıtadaki güvenlik mimarisi büyük ölçüde NATO çerçevesinde şekillendi. ABD’nin liderliğinde 1949’da kurulan bu ittifak, EDC projesinin rafa kalkmasının ardından Soğuk Savaş süresince Batı Avrupa’nın Sovyetler Birliği’ne karşı savunmasında ana unsur oldu. 1954 yılının Ekim ayında Batı Almanya’nın
Avrupa Savunma Topluluğu’nun başarısızlığından sonra, kıtadaki güvenlik mimarisi büyük ölçüde NATO çerçevesinde şekillendi. ABD’nin liderliğinde 1949’da kurulan bu ittifak, EDC projesinin rafa kalkmasının ardından Soğuk Savaş süresince Batı Avrupa’nın Sovyetler Birliği’ne karşı savunmasında ana unsur oldu. 1954 yılının Ekim ayında Batı Almanya’nın da NATO’ya katılması, Soğuk Savaş döneminde Avrupa güvenliğinin nasıl sağlanacağının sinyallerini verdi.
Batılı Avrupalı devletler, kendi ordularını koruyarak NATO şemsiyesi altında bir araya gelse de “Avrupa ordusu” kavramı bu şemsiyenin gölgesinde kaldı. Çeşitli ülkeler zaman zaman “Avrupa Savunma Kimliği” veya “Batı Avrupa Birliği” gibi yapıların güçlendirilmesi üzerine tartışmalar yapsa da, Soğuk Savaş döneminde ABD’nin askeri ve nükleer caydırıcılığı, Avrupalı devletlerin ortak ordu kurma girişimlerinin ciddi ölçüde azalmasına neden oldu.
1992
Maastricht Antlaşması
Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Avrupa Birliği’nin Maastricht Antlaşması (1992) ile daha kapsamlı bir bütünleşme yapısına bürünmesi, Avrupa’da yeni bir güvenlik stratejisi arayışını gündeme taşıdı. Maastricht Antlaşması’yla birlikte AB’nin üç sütunlu yapısının ikinci sütununu Ortak Dış ve Güvenlik Politikası oluşturdu. Her ne kadar bu politika, üye d
Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Avrupa Birliği’nin Maastricht Antlaşması (1992) ile daha kapsamlı bir bütünleşme yapısına bürünmesi, Avrupa’da yeni bir güvenlik stratejisi arayışını gündeme taşıdı. Maastricht Antlaşması’yla birlikte AB’nin üç sütunlu yapısının ikinci sütununu Ortak Dış ve Güvenlik Politikası oluşturdu. Her ne kadar bu politika, üye devletlerin müşterek çıkarlarını gözeten bir koordinasyon mekanizması şeklinde tasarlanmış olsa da, zaman içinde üye ülkeler arasında “Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği” ve “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası” gibi yapılanmalar da tartışılmaya başlandı. Bu girişimlerin çoğu, yine NATO ile rekabete girmeden bir “Avrupa sütunu” oluşturma çabasını yansıtmaktaydı.
1998
Saint-Malo Deklarasyonu
Avrupa ordusu fikrinin özellikle politik-entelektüel zeminde canlanmasında 1998 tarihli Saint-Malo Deklarasyonu önemli bir kilometre taşı oldu. Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ile Birleşik Krallık Başbakanı Tony Blair arasında imzalanan bu deklarasyonda, AB’nin bağımsız bir savunma kapasitesine sahip olması gerekliliği vurgulandı. Bu gelişme, A
Avrupa ordusu fikrinin özellikle politik-entelektüel zeminde canlanmasında 1998 tarihli Saint-Malo Deklarasyonu önemli bir kilometre taşı oldu. Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ile Birleşik Krallık Başbakanı Tony Blair arasında imzalanan bu deklarasyonda, AB’nin bağımsız bir savunma kapasitesine sahip olması gerekliliği vurgulandı. Bu gelişme, AB’nin NATO’ya mecbur kalmadan kendi çıkarlarını koruyabilmesi fikrini taşıyordu.
Deklarasyondan sonraki dönemde “Avrupa Dış ve Güvenlik Politikası” kurumsallaşmakla birlikte büyük oranda barış koruma operasyonları ve kriz yönetimi misyonlarıyla sınırlı kaldı. Özellikle transatlantik kanattaki AB üyesi ülkelerin ABD’nin güvenlik garantisinden bütünüyle vazgeçmemesi, savunma entegrasyonunu derinleşmeden ziyade iş birliği perspektifinde kalmasına neden oldu.
2009
Lizbon Antlaşması
Lizbon Antlaşması, AB’nin kurumsal yapısını değiştirirken, güvenlik ve savunma konularına da yeni boyutlar kattı. Bu antlaşmayla “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası”, “Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası”na dönüştü. Burada önemli olan nokta, AB’nin kriz yönetimi kapasitelerini güçlendirme, sivil-askeri misyonları koordine etme ve ortak bir savu
Lizbon Antlaşması, AB’nin kurumsal yapısını değiştirirken, güvenlik ve savunma konularına da yeni boyutlar kattı. Bu antlaşmayla “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası”, “Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası”na dönüştü. Burada önemli olan nokta, AB’nin kriz yönetimi kapasitelerini güçlendirme, sivil-askeri misyonları koordine etme ve ortak bir savunma endüstrisi oluşturma çabaları oldu. Yine de “ortak bir ordu” fikri, siyasi hassasiyetler nedeniyle açıkça vurgulanmayıp, daha çok “anlaşma bazlı iş birliği” zemininde ilerleme kaydedildi.
2017
Kalıcı Yapılandırılmış İşbirliği (PESCO)
2010’lu yıllarda Avrupa ordusu kavramı gündemde kalırken, AB çatısı altında bazı somut adımlar atıldı. 2017’de başlatılan PESCO (Permanent Structured Cooperation - Kalıcı Yapılandırılmış İşbirliği), savunma alanında gönüllü ancak bağlayıcı iş birliği projelerini içeriyor. Bu projelerde üye devletler, ortak askeri kapasite geliştirmeden lojistik ve
2010’lu yıllarda Avrupa ordusu kavramı gündemde kalırken, AB çatısı altında bazı somut adımlar atıldı. 2017’de başlatılan PESCO (Permanent Structured Cooperation - Kalıcı Yapılandırılmış İşbirliği), savunma alanında gönüllü ancak bağlayıcı iş birliği projelerini içeriyor. Bu projelerde üye devletler, ortak askeri kapasite geliştirmeden lojistik ve eğitim programlarına kadar farklı alanlarda iş birliği yapıyor. Ayrıca Avrupa Savunma Fonu ile savunma Ar-Ge’sinin finansmanı güçlendirilerek, Avrupa’da ortak silah sistemleri ve teknolojilerinin geliştirilmesi hedefleniyor. Tüm bu girişimler, tek hamlede bir Avrupa ordusu kurmak yerine, aşamalı ve çok boyutlu bir entegrasyonun yolunu açmakta. Bir diğer deyişle, AB’nin önce savunma sanayisi ve kapasite alanında bütünleşip zamanla ortak orduya evrilmesi hedefleniyor.
Avrupa ordusu fikri, İkinci Dünya Savaşı sonrasından günümüze kadar çalkantılı bir serüven izledi. 1950’lerdeki Avrupa Savunma Topluluğu girişiminin başarısızlığı, kıtada savunma yükünü uzun yıllar boyunca NATO ve ABD’nin omuzlamasına yol açtı. Fakat gerek Avrupa bütünleşmesinin zamanla derinleşmesi, gerekse Trump döneminde ABD ile transatlantik ilişkilerde yaşanan gerilimler, Avrupa’nın güvenliğini tamamen başkasına emanet etme politikasına yönelik soru işaretlerini artırdı. Rusya-Ukrayna Savaşı’nın yarattığı istikrarsızlık ve ABD’nin Avrupa’dan kısmen geri çekilme ihtimali, kıtanın kendi savunma kapasitesini güçlendirmesi gerektiği fikrini öne çıkardı.
Sonuç olarak Avrupa ordusu fikri; kıtanın güvenliği, küresel güç dengesinde Avrupa’nın rolü ve Avrupalı kimliğinin inşası gibi birçok boyutu barındıran kapsamlı bir konu statüsünde. Günümüzde stratejik özerklik arayışları güçlenirken, bu fikrin önemini yitirmediği aşikâr. Ancak hayata geçirilmesi, kararlı liderlik, ciddi mali kaynaklar ve üye devletlerin ulusal savunma konusundaki egemenlik haklarından ödün vermeye istekli olması gibi zorlayıcı koşullara bağlı.