
Sivil Enerjiden Jeopolitik Dönüşüme: İran’ın Nükleer Yol Haritası
EnerjiGüvenlik
İlk yayın :
20 Haziran 2025
13 Haziran’da İsrail’in “Yükselen Aslan” adıyla İran’a düzenlediği hava saldırısı, Tahran’ın nükleer altyapısını hedef aldı. Özellikle uranyum zenginleştirme programının merkezi kabul edilen Natanz tesisinin çevresindeki bölgelerde patlamalar duyuruldu. Tel Aviv yönetimi, İran’ın nükleer silah üretimine haftalarla ölçülebilecek bir süreye geldiğini iddia ederken, Tahran bu saldırının egemenliğine yönelik doğrudan bir tehdit olduğunu savundu. Kısa süre içinde İran'dan gönderilen misilleme niteliğindeki insansız hava araçları ve balistik füzeler, İsrail hava savunması tarafından engellenmeye çalışıldı. Bölgedeki bilgi kirliliği ve dijital propagandanın arttığı bu ortamda, gözler yeniden İran’ın onlarca yıla yayılan tartışmalı nükleer geçmişine çevrildi.
1957
Şah Döneminde Batı Destekli Başlangıç
İran’ın nükleer programı 1957 yılında, ABD’nin “Atoms for Peace” girişimiyle resmen başladı. Soğuk Savaş döneminde Batı’ya daha yakın Şah Muhammed Rıza Pehlevi rejimindeki İran için nükleer enerji, kalkınmanın önemli bir adımı olarak görüy
İran’ın nükleer programı 1957 yılında, ABD’nin “Atoms for Peace” girişimiyle resmen başladı. Soğuk Savaş döneminde Batı’ya daha yakın Şah Muhammed Rıza Pehlevi rejimindeki İran için nükleer enerji, kalkınmanın önemli bir adımı olarak görüyordu. “Atoms for Peace” kapsamında 1967’de Tahran Üniversitesi’nde ABD yapımı 5 megavatlık araştırma reaktörü kuruldu.
1968’de İran, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’na (NPT) taraf olarak, barışçıl nükleer teknoloji geliştirme hedefini uluslararası alanda meşrulaştırdı. 1974’te Şah yönetimi, Almanya ve Fransa gibi ülkelerle 20 nükleer santral kurma hedefiyle anlaşmalara imza attı; Buşehr’deki ilk nükleer santral bu kapsamda inşa edilmeye başlandı. Ancak 1979’daki İslam Devrimi ile bu süreç aniden durdu. Humeyni rejimi Batı ile bağları koparırken tüm nükleer projeler askıya alındı, Buşehr santrali ise yarım kaldı.
1980
Duraklama ve Yeni Arayışlar
1980–1988 arasındaki İran-Irak Savaşı sırasında nükleer faaliyetler neredeyse tamamen durdu. Fakat savaşta Irak’ın kimyasal silah kullanması İran’ın kendi caydırıcı kapasitesini artırma arayışını da tetikledi. İran b
1980–1988 arasındaki İran-Irak Savaşı sırasında nükleer faaliyetler neredeyse tamamen durdu. Fakat savaşta Irak’ın kimyasal silah kullanması İran’ın kendi caydırıcı kapasitesini artırma arayışını da tetikledi. İran bu dönemde Sovyetler, Çin ve özellikle Pakistan’daki nükleer teknoloji ağlarına yöneldi. Bu noktada Pakistanlı fizikçi Abdul Qadeer Khan’ın nükleer santrifüj tasarımlarını gizlice İran'a aktardığı iddiaları öne çıktı. Bu yıllarda Tahran, hem bilgi hem de donanım elde ederek uranyum zenginleştirme kabiliyetini artırmaya başladı.
1990
Nükleerin Yeniden Tesisi
1990’larla birlikte İran nükleer programını yeniden canlandırmaya başladı. 1995’te Rusya ile yarım kalan Buşehr santralinin tamamlanması için anlaşma imzalandı. Ancak İran bu süreçte yaln
1990’larla birlikte İran nükleer programını yeniden canlandırmaya başladı. 1995’te Rusya ile yarım kalan Buşehr santralinin tamamlanması için anlaşma imzalandı. Ancak İran bu süreçte yalnızca enerji üretimine odaklanmakla kalmadı; gizlice Natanz’da uranyum zenginleştirme tesisleri ve Arak’ta ağır su reaktörü kurma çalışmalarına hız verdi. Natanz santrifüj teknolojisi kullanılarak uranyumun %3–20 arasında zenginleştirildiği büyük bir yer altı kompleksi olarak öne çıkarken, Arak plütonyum üretimi açısından riskli kabul edilen bir ağır su reaktörüydü.
Bu iki tesis, İran’ın sivil enerji programının ötesine geçerek nükleer silah elde etmeye çalıştığına dair uluslararası şüpheleri artırdı. 2002 yılında İran rejimine muhalif olan İran Ulusal Direniş Konseyi (NCRI) Natanz ve Arak tesislerini dünyaya duyurmasıyla, İran nükleer meselesi küresel bir güvenlik krizine dönüştü.
2003
Müzakereler ve Yaptırımlar
2003’ten itibaren IAEA (Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı), İran’la müzakerelere başladı. İlk başta İran, şeffaflık mesajı vererek Ek Protokol’ü kabul etti ve tesislerine denetçileri soktu. Ancak uranyumun menşei, zenginleştirme düzeyi ve nükleer b
2003’ten itibaren IAEA (Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı), İran’la müzakerelere başladı. İlk başta İran, şeffaflık mesajı vererek Ek Protokol’ü kabul etti ve tesislerine denetçileri soktu. Ancak uranyumun menşei, zenginleştirme düzeyi ve nükleer başlık tasarımlarına dair pek çok gri alan kaldı. BM Güvenlik Konseyi 2006’dan itibaren İran’a özellikle banka işlemleri ve enerji sektörü olmak üzere yaptırımlar uygulamaya başladı. Bu süreçte İran’ın iç politikası da dış baskılarla şekillendi. 2013’te reformcu Hasan Ruhani’nin cumhurbaşkanlığıyla birlikte diplomasiye yeniden kapı açıldı.
2015
Kapsamlı Ortak Eylem Planı
2015 yılında BM Güvenlik Konseyi ve AB ile İran arasında imzalanan Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA), nükleer kriz tarihinde bir dönüm noktası oldu. Bu anlaşmaya göre İran uranyum zenginleştirmeyi %3.67 seviyesinde tutacak, zenginleştirilmiş uranyum stoklarını 300 k
2015 yılında BM Güvenlik Konseyi ve AB ile İran arasında imzalanan Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA), nükleer kriz tarihinde bir dönüm noktası oldu. Bu anlaşmaya göre İran uranyum zenginleştirmeyi %3.67 seviyesinde tutacak, zenginleştirilmiş uranyum stoklarını 300 kilogramla sınırlayacak, gelişmiş IR-6 tipi santrifüjler yerine IR-1 gibi daha düşük kapasiteli modeller kullanacak, Arak reaktörünü yeniden yapılandıracak, plütonyum üretimini durduracak ve IAEA’nın kapsamlı ve ani denetimlerine izin verecekti.
Karşılığında, İran’a yönelik ağır ekonomik yaptırımlar kademeli olarak kaldırılacaktı. Başlangıçta umut verici olan bu süreç, 2018’de ABD Başkanı Donald Trump’ın ülkesini JCPOA’dan tek taraflı olarak çekmesiyle son buldu. İran, buna karşılık olarak anlaşmadaki taahhütlerini aşamalı biçimde ihlal etmeye başladı. Zenginleştirme oranı %20’yi, ardından %60’ı aştı; Natanz’da gelişmiş santrifüjler devreye alındı. IAEA, 2024 itibarıyla İran’ın %90’a yakın zenginleştirilmiş uranyum üretebilecek kapasiteye ulaştığını ve bu durumun nükleer silah eşiğine çok yakın olduğunu raporladı.
Bugün İran, resmî olarak Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’na (NPT) taraf olmayı sürdürüyor ve nükleer faaliyetlerinin barışçıl amaçlarla yürütüldüğünü vurguluyor. Öte yandan, Arak gibi ağır su reaktörlerinin plütonyum üretimine teknik olarak imkân tanıması ve Natanz’daki uranyum zenginleştirme kapasitesinin artması, bazı ülkeler ve uluslararası gözlemciler nezdinde güvenlik temelli soru işaretlerini beraberinde getiriyor.
Bu konuda şu içeriği faydalı bulabilirsin
Son dönemde en az 90 nükleer silaha sahip olduğu bilinen İsrail tarafından gerçekleştirilen saldırılar ise bu endişeleri askeri boyuta taşıdı. İran’ın nükleer programı, yalnızca enerji politikası bağlamında değil; aynı zamanda bölgesel rekabet, caydırıcılık stratejileri ve küresel diplomasi dinamikleriyle yakından ilişkili, çok katmanlı bir mesele hâline gelmiş durumda.
İLGİNİ ÇEKEBİLİR
Sovyetler Birliği'nin Kurucusu Vladimir Lenin’in Atatürk'ün Kurduğu Cumhuriyet İçin "100 Yıl Sonra Yıkılmaya Mahkumdur" Dediği Doğru mu?
E-Kodu Bulunan Ürünlerde Gizlice Domuz Yağı Kullanıldığı İddiası Doğru Mu?
Videonun ABD’de 208 Yıl Hapis Cezası Alan Beş Mahkumun Verdiği Tepkileri Gösterdiği İddiası Doğru mu?
Kuzey Kore Greta Thunberg Öldürülürse İsrail’i Nükleer Silahla Vurmakla mı Tehdit Etti?
Ülkü Ocakları'nın Azerbaycan’da Yasaklandığı, Kazakistan'da ise Terör Örgütü Listesinde Yer Aldığı İddiası Doğru mu?
Karbonatlı Suyun Vücudu Temizlediği İddiası Doğru mu?
Video Dalga Sebebiyle Camı Kırılan Bir Feribotu mu Gösteriyor?
CHP Milletvekili Mahmut Tanal’ın Oğlu ABD’de mi Yaşıyor?
Geçiş Ülkesi Türkiye: Gelenler ve Gidenler
İran'da Başörtüsü Zorunluluğunun Kalktığı İddiası Doğru mu?