İddia şöyle;

Bir X hesabı tarafından 21 Ekim 2025 tarihinde yapılan paylaşımda Çin’deki ev sahipliği oranının yüzde 90 olduğu iddia edildi.

İddia DOĞRU
1998’deki konut reformundan sonra Çin’de konut sahipliğinde bir patlama yaşandı. O günden bu yana ise oran yaklaşık yüzde 90 seviyelerine dayanmış durumda.
Çin 1998’de Kamuya Ait Konutları Kiracılarına Uygun Fiyattan Devretti
Çin’deki ev sahipliği oranı tartışması, ekonomik bir veriden çok Soğuk Savaş sonrası ideolojik rekabetin bir yansıması. Batı merkezli kapitalist sisteme entegre ülkelerde ev sahibi olmak kapitalist refahın ve bireysel başarının sembolü. Çin ise bu başarıyı sosyalist modernleşmenin meşruiyet göstergesi olarak sunuyor. Bugün sosyal medyada hâlâ bu oran üzerinden yürüyen söylemler, aslında “kimin sistemi daha iyi işliyor” sorusuna verilen ideolojik cevaplar. Yüzde 90 ev sahipliği iddiası ise bu ideolojik çatışmanın bir uzantısı.

Son yıllarda Çin’deki ev sahipliği oranı uluslararası verilerde istikrarlı biçimde oldukça yüksek seyrediyor. Trading Economics gibi küresel veri platformlarının paylaştığı istatistiklere göre, ülke genelinde konut sahibi hanelerin oranı yaklaşık %89,7 seviyesinde. Bu oran, Çin’i dünyada en yüksek ev sahipliği oranına sahip ülkelerden biri haline getiriyor. 2019 verilerine göre ise kentlerde ev sahipliği oranı yaklaşık %87, kırsal bölgelerde ise %96 düzeyinde. Ayrıca araştırmalar, kentsel hanelerin yaklaşık %15’inin iki veya daha fazla konuta sahip olduğunu gösteriyor. Uzmanlara göre bu tablo, 1990’lardan itibaren yürürlüğe konan kapsamlı konut reformlarının, kamu konutlarının satışını teşvik eden düzenlemelerin ve devlet destekli kredi mekanizmalarının bir sonucu olarak ortaya çıktı. Kısacası, yüksek ev sahipliği oranı, doğrudan uygulanan politikaların yarattığı yapısal bir dönüşümün yansıması. Bu dönüşüm, büyük ölçüde yüksek katlı apartman bloklarının kitlesel üretimiyle mümkün oldu ve Çin’in kentleşme modelinin temelini oluşturdu.
Yüksek Konut Sahipliği: Refah mı Kırılganlık mı?
1949’dan 1980’lere kadar Çin’de kentlerdeki konutlar devlet tarafından tahsis edilen kamu lojmanlarıyken, kırsalda insanlar kolektif araziler üzerinde kendi evlerini inşa ediyordu. Ancak 1998’de Devlet Konseyi’nin aldığı kapsamlı reform kararıyla bu sistem tamamen değişti. Devlet, kamu konutlarını düşük bedellerle vatandaşlara satarak konut sahipliğini teşvik etti; aynı zamanda özel inşaat piyasasını ve kredi sistemini destekleyerek konutu ekonomik büyümenin merkezine yerleştirdi. Bu politikalar kısa sürede milyonlarca vatandaşı ev sahibi yaparken, konut sektörü hem ekonomik kalkınmanın motoru hem de ideolojik meşruiyetin sembolü haline geldi.

Bugün Çin’de hane halklarının yaklaşık %90’ının ev sahibi olması, ilk bakışta bu reformların başarısını yansıtır gibi görünse de, son yıllarda yaşanan Evergrande krizi bu modelin kırılganlığını da açıkça gösterdi. Evergrande, Çin’in en büyük gayrimenkul geliştirme şirketlerinden biriydi ve yıllarca devasa projeleri borçlanarak finanse etti. Hızla büyüyen talep ve “herkesin bir evi olmalı” anlayışı, bu borçlu büyümeyi mümkün kıldı. Fakat piyasa doygunluğa ulaşınca ve yeni alıcılar azaldığında sistem çökmeye başladı. Evergrande’nin iflası, milyonlarca konutun yarım kalmasına, hane halkı birikimlerinin ve yerel yönetim gelirlerinin sarsılmasına yol açtı.

Sonuç olarak;

Çin'de ev sahipliği oranının %90'a ulaştığı iddiası doğru.