COVID-19 salgınıyla birlikte sosyal medya platformlarında sağlıkla ilgili yanlış bilgi içeren paylaşımlar ivme kazanmıştı. Salgının etkisini kaybetmesiyle COVID-19 ve aşı karşıtlığıyla ilgili bilgi akışı yavaşlasa da sağlık alanında süregelen komplo teorileriyle birleşen iddialar hala geniş kitlelerde yayılmaya devam ediyor. Özellikle son dönemlerde çocukluk çağı aşıları, K vitamini ve topuk kanı taramalarının zararlı olduğuna dair iddialar sosyal medyada geniş kitlelere ulaştı. Bazı ailelerin bu tarama ve uygulamaları dilekçe yoluyla reddettiklerine ilişkin paylaşımlar da yapılıyor. Türk Neonatoloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım Uzmanı Prof. Dr. Merih Çetinkaya, Türkiye’de her yıl ortalama 1 milyon 300 bin yeni doğum olduğunu ve birçok bebeğe Hepatit B aşısı, K vitamini iğnesi ve topuk kanı taraması yapıldıktan sonra taburcu edildiğini ifade ediyor. Dr. Çetinkaya, son 2-3 yıldır ise özellikle ailelerin sosyal medyadaki paylaşımlarla beraber COVID-19 salgını dönemindeki aşı karşıtı düşüncelerin etkisiyle bu oranda azalma olduğunu ifade ediyor. İstanbul’da 2021 yılında 200 binin üzerinde doğum olduğunu belirten Dr. Çetinkaya 1000’e yakın ailenin topuk kanı taramasını reddettiğini vurguluyor. 

Topuk Kanı Taraması Nedir?

Çocukların doğum öncesi dönemden başlayarak düzenli olarak doktor kontrolüne gitmesi, gerekli test ve tarama testlerinin yapılması hem çocuk hem de toplum sağlığı için önemli bir yere sahip. Tarama programları yenidoğan dönemi olarak kabul edilen doğumdan sonraki ilk dört haftada, görülme oranı yüksek olan doğumsal metabolik hastalıkları önlemek için yapılıyor. Türkiye’de özellikle akraba evlilikleri oranının fazla olması doğumsal metabolik hastalıkların görülme sıklığını ciddi olarak artırıyor. Bu nedenle yenidoğan tarama testleri bazı metabolik hastalıkları erken veya presemptomatik dönemde yakalamak için önemli. Topuk kanı taraması, ilk olarak Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) aracılığıyla yapılan projede, Türkiye’deki yenidoğanlarda Fenilketonüri görülme sıklığı beklenenden daha yüksek bulunması üzerine Sağlık Bakanlığı tarafından 1986 yılında tarama programına alındı. Bu tarama programı daha sonra genişletilerek İstanbul ve İzmir’de pilot merkezlerde yürütüldü. 1994 yılında ise “Ulusal Fenilketonüri Tarama Program”na dönüştürüldü ve tüm ülkede uygulanmaya başladı. Konjenital hipotiroidinin 2006 yılında tarama programına eklenmesi ile beraber programın ismi “ Ulusal Yenidoğan Tarama Programı” olarak değiştirildi. Tarama programına 2008 yılında biyotinidaz eksikliği ve 2015 yılında Kistik fibrozis eklendi. 
Topuk kanı taraması, bebek beslenmeye başladıktan sonra ilk 24-72 saat arasında topuk kısmından birkaç damla kan alınarak özel olarak hazırlanmış bir filtre kağıdı üzerine damlatılarak yapılıyor.  İkinci topuk kanı taraması için de doğumdan sonraki ilk hafta içerisinde doğumun gerçekleştiği hastane ya da aile hekimliğinde kan alınarak yetkili merkeze gönderiliyor. 
Topuk kanı taramasında Fenilketonüri, konjenital hipotiroidi, biyotinidaz eksikliği ve kistik fibrozistir hastalıklarının taraması yapılıyor. 
Fenilketonüri Taraması (FKÜ):Yenidoğanlarda genellikle fenilalanin hidroksilaz (PAH) olarak bilinen bir karaciğer enziminin eksikliği sonucu nadir görülen doğumsal metabolik bir hastalıktır. Bu enzim eksikliği olan yenidoğanlar ilk birkaç ay sağlıklı bebeklerden ayırt edilemez. Tedavi edilmediği takdirde 5. ya da 6. aydan sonra gelişim geriliği başlar. Çocuk akranları gibi oturma, yürüme ve konuşma gibi  temel motor becerileri kazanamaz. FKÜ tedavisi için günümüzde özel beslenme içeren bir diyet uygulanıyor ve bu diyete kişinin ömür boyu devam etmesi gerekiyor. Türkiyede FKÜ’nün görülme sıklığı 3000-4000 yenidoğanda birdir. Akraba evliliklerinin sıklıkla yapılması anne ve babanın taşıyıcı olduğu bu gibi hastalıkların görülme sıklığını artırmaktadır. Türkiye’de her 100 kişiden 4’ünün bu hastalık açısından taşıyıcı olması, akraba olmayan bireylerin de çocuklarının hastalıklı olmasına sebep olabiliyor. 
Konjenital Hipotiroidi:Doğumda tiroid hormon eksikliği olarak tanımlanıyor. Konjenital hipotiroidi 4000 canlı doğumda 1’i etkileyen en yaygın doğum kusurlarından biri. Tedavi edilmezse erken yaşamda ciddi nörolojik bozukluk, kalıcı zeka ve gelişim geriliği ortaya çıkar. Bebeğin üretemediği tiroid hormonu bebeğe dışarıdan ilaç yolu ile verilir.
Biyotinidaz Eksikliği: B grubu vitaminlerinden biri olan Biyotin büyüme, gelişme ve enerji sağlayan ve birçok yiyecekte bulunan suda çözünen bir vitamin. Biyotinidaz eksikliği de vücudun biotin vitaminini yeniden kullanamadığı ve geri dönüştüremediği kalıtsal bir durum. Dünya üzerinde biyotinidaz eksikliğinin en çok görüldüğü ülkelerden biri Türkiye. Doğumdan sonra tedavi edilmediği takdirde birkaç hafta ya da ay içerisinde belirtiler ortaya çıkmaya başlar. Gelişim geriliği, deri döküntüsü, hipotoni, nöbet ve saç dökülmesi gibi belirtiler gösterir.  Biyotinidaz eksikliğinde tedavi ömür boyu devam eder. Sıvı ya da hap formunda biyotin takviyesi mutlaka doktor ve diyetisyen tarafından düzenli olarak takip edilmelidir. 
Kistik Fibrozis: Doğumdan itibaren solunum sistemi, sindirim sistemi ve üreme sisteminde yer alan mukus ve ter bezlerini etkileyen kalıtsal bir hastalıktır. Kistik fibrozis özellikle, akciğerler, pankreas, karaciğer, bağırsaklar, sinüsler ve cinsel organların işlevini önemli ölçüde etkiliyor.  Tanı alan hastalarda mukus kalınlaşır ve yapışkan bir hal alarak nefes almada zorlanmaya ve ciddi akciğer enfeksiyonuna neden olabilir. Kistik fibrozisin bilinen bir tedavisi yok ancak yeni tedavi yöntemleri hastaların uzun ve daha rahat bir yaşam sürmesine yardımcı olur. Hastalığın seyri ve şiddetine bağlı olarak fizik tedavi, oksijen tüpü ve beslenme tüpü gibi farklı tedavi yöntemleri uygulanır. Öte yandan çok sayıda çalışma erken tanının ortalama yaşam süresinin artmasında önemli bir rolü olduğunu gösteriyor. 

Topuk Kanı Taraması Tartışmaları

Topuk kanı taramasıyla tarama programında erken tanı ve müdahaleyle önlenebilir hastalıkların sıklığının azaldığı yerel ölçekte yapılan birçok çalışmada gösterilmiş. Fakat sosyal medya platformlarında yayılan bazı paylaşımlar ailelerin topuk kanı taramasını reddetmeleri için farklı alanlardan yanlış bilgileri dolaşıma sokuyor. 
Türk Tabipler Birliği Aile Hekimliği Kolu Başkanı Emrah Kırımlı’nın konuya ilişkin yorumları bu komplo teorileriyle ilişkilendirilmiş paylaşımların ailelerin kararlarında etkisi olduğunu gösteriyor. 
Dr. Kırımlı:…aileler söz konusu taramanın niye topuktan alınan kanla yapıldığını sorguluyor. Kanların Amerikaya gönderildiğine ilişkin komplo teorilerine inanıyor. Şeker hastalarının nasıl parmak ucundan şeker değerine bakılıyorsa topuk kanı taraması da topuktan alınan kan ile yapılıyor. Bunun nedeni geniş yüzey olması ve bebeğin canını yakmaması.”“Bu hastalıklar belirti verdiğinde yakalanırsa geç kalınıyor. Çocuklar engelli birey haline geliyor. Ya da ölümcül olabilecek sorunlar gelişiyor. Taranan hastalıkların toplumda görülme sıklığı az değil. Sorunsuz bir hayat yaşayabilecek çocuğu riskle baş başa bırakıyorlar. Hastalıkları bulunan çocuklar kesinlikle sorun yaşıyorlar”
Son zamanlarda topuk kanın taramasına karşı sosyal medya paylaşımları dikkatli incelendiğinde iki farklı argüman üzerinden mesajlarını ilettikleri görülüyor. Bunlardan ilki aşı karşıtı grupların da zaman zaman başvurduğu Amişler argümanı. Amişler ABD’nin ağırlıklı olarak orta batı eyaletlerinde yaygın tutucu bir Hristiyan mezhebi. Amiş topluluğunun en önemli özelliği genellikle modern teknoloji, popüler kültür ve dış dünya etkilerinden kaçınarak oldukça izole bir yaşam sürmeleri. Topuk kanı taramalarına karşı olanlar bu izole topluluğunun modern tıp yöntemlerinden uzak kaldığını ve bu topluluklardaki çocuklarda bu nedenle kanser, diyabet, otizm ve çocuk felci gibi hastalıklara rastlanmadığına yönelik örnekler ile topuk kanı taramasına karşı olduklarını ifade ediyor. Ancak Amiş topluluğuna ilişkin iddialar doğru değil. Daha önce yapılan araştırmalarda Amiş topluluğundaki çocukların aşılama oranı düşük olsa bile aşılandıklarını, diyabet ve otizm gibi teşhislerin alındığını gösteriyor. Amiş topluluğundaki insanların kronik ve kronik olmayan çeşitli hastalıkların görülmediği iddiası da gerçeği yansıtmıyor ve topuk kanı taramasına karşı argüman olarak kullanılan verilerin güvenilir ve bilimsel bir kanıtı bulunmuyor.
Sosyal medya paylaşımlarında bir diğer öne çıkan argüman ise refleksoloji alanına yoğunlaşmış. İddiada refleksoloji alanında topuk kısmının cinsel organlarla ilişkili olduğu ve topuk kanı testinin cinsel organlara zarar verdiği öne sürülmüş. Refleksoloji ayak, el ve kulaklarda bulunan özel refleks noktalarına basınç uygulayarak bu noktalarla bağlantılı olan organ ve sistemlerin tedavi edilmesini amaçlayan bir yöntem. Refleksoloji tamamlayıcı ve destekleyici alternatif tıp yöntemlerinden biri olarak günümüzde kullanılıyor. Fakat topuk kanı alımının ayakta refleksoloji çevresinde tanımlanmış bölgelere etki ettiğine dair güvenilir ve bilimsel bir kanıt bulunmuyor. Topuk kanı tarama testi metabolik hastalıkları önlemek için yapılan tıbbi bir prosedür ve yenidoğan döneminde bu hastalıkların erken teşhisi tedavinin başarılı olma şansını yüksek oranda arttırıyor. Bu durum da çeşitli çalışmalar sonucunda gösterilmiş. Refleksoloji ise tamamlayıcı bir tıp pratiği olarak özellikle kişilerde gevşemeye yardımcı olmak, dolaşımı iyileştirmek ve genel sağlığı desteklemek amacıyla kullanılıyor. Refleksolojinin etkileri konusunda bilimsel çalışma sonuçları bir konsensusa ulaşmış değil.