Son yıllarda otizm, Amerika Birleşik Devletleri’nde yalnızca bir sağlık sorunu değil aynı zamanda siyasetin gündemini belirleyen bir tartışma başlığı haline geldi. Kurumların açıkladığı otizm oranlarındaki artış, bu artışın nedenlerine ilişkin spekülasyonlar ve siyasetçilerin açıklamaları kamuoyunda sık sık yankı buluyor. CDC’nin Otizm ve Gelişimsel Engellilik İzleme (ADDM) Ağı verilerine göre 2000 yılında her 150 çocuktan biri otizm tanısı alırken, 2022 verilerinde bu oran her 31 çocuktan bire kadar yükselmiş durumda. Bu artış, bazı siyasetçilerin ve medya figürlerinin “otizm salgını” olarak nitelendirdiği söylemleri güçlendirirken, bilimsel kuruluşlar artışın çok daha farklı sebeplere dayandığını belirtiyor.
Siyasi Söylemlerde “Otizm Salgını” İddiası
Otizm oranlarındaki artışı “salgın” olarak nitelendiren söylem, özellikle son yıllarda siyasette daha fazla görünür hale geldi. Aşılar, çevresel kimyasallar, modern yaşam koşulları veya ilaç kullanımları gibi faktörlere atıf yapan politik açıklamalar, bilimsel bir dayanağı olmamasına rağmen güçlü bir medya etkisine sahip. Örneğin 2025 yılında düzenlenen bir basın toplantısında ABD Başkanı Donald Trump ile Sağlık Bakanı Robert F. Kennedy Jr.’ın parasetamol kullanımını otizmle ilişkilendiren iddiaları, bilimsel çevreler tarafından reddedilmiş olsa da kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. 

Bu konuda şu içeriği faydalı bulabilirsin

Parasetamol Otizme Neden Olur mu?
Siyasi açıklamaların yanı sıra sosyal medya da bu söylemlerin yayılmasına katkıda bulunuyor. Senatör Markwayne Mullin’in otizm oranlarına ilişkin bir komisyonda yaptığı konuşmanın bağlamından koparılarak sosyal medyada paylaşılması, istatistiklerin çarpıcı fakat eksik bir versiyonunun geniş kitlelere ulaşmasına neden oldu.  Markwayne Mullin şu konuşmayı yapmıştı:
“Artık her 36 çocuktan biri otizmli. Eğer bu bir pandemi değilse nedir? Bir zamanlar otizm oranı 10 binde 1’di, şimdi 36’da 1’e yükseldi. İçtenlikle soruyorum, ister gıdalardan ister aşılardan bahsedelim, çocuklarımıza ne verdiğimize her açıdan dikkatle bakmamız gerekmiyor mu? 36’da 1 oranı beni gerçekten çok korkutuyor. Sonuçta altı çocuğum var ve 36 torunum olabileceğini düşünürsek, sadece matematik yapıyorum.”
Mullin’in konuşmasında paylaştığı veriler CDC kaynaklı olsa da artışın nedenlerine ilişkin bilimsel açıklamalara yer verilmemesi, konunun yanlış bir bağlamda değerlendirilmesine neden oluyor. Çünkü otizm oranlarındaki artışın arkasında, tanı kriterlerindeki değişiklikler, toplumsal farkındalığın artışı ve tanı süreçlerindeki iyileştirmeler gibi birçok faktör yer alıyor.
Araştırmalar Otizm Oranındaki Artış Hakkında Ne Diyor?
Otizm oranlarındaki yükselişin nedenlerinden biri, tanı sisteminin son yirmi yılda geçirdiği yapısal dönüşüm. Araştırmalar, DSM tanı kriterlerinin değişimi, özel eğitim kayıtlarındaki dönüşüm ve toplumdaki farkındalık artışı birlikte ele alındığında, otizm oranlarındaki yükselişin tek başına biyolojik bir artışla açıklanamayacağını ortaya koyuyor. DSM, Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından yayınlanan bir kılavuz olan "Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı" anlamına geliyor.
DSM-IV döneminde farklı kategoriler altında değerlendirilen Asperger sendromu gibi tanıların DSM-5 ile birlikte tek bir “otizm spektrum bozukluğu” çatısı altında birleştirilmesi, daha önce ayrı sınıflandırılan birçok kişinin artık otizm başlığı altında kayda geçmesine neden oldu.
Bilim insanları artışın çoğunlukla daha hafif belirtilere sahip çocuklarda yoğunlaştığını, ağır seyreden otizm vakalarında ise belirgin bir artış olmadığını belirtiyor. Bu durum, vaka sayılarındaki yükselişin büyük ölçüde tanı kapsamının genişlemesinden kaynaklandığını gösteriyor. 
Bunun yanı sıra erken çocukluk taramalarının yaygınlaşması, ailelerin gelişimsel farklılıklar konusunda daha bilinçli hale gelmesi ve okullardaki tanı süreçlerinin güçlendirilmesi, daha önce fark edilmeyen birçok vakanın sisteme dahil edilmesini sağlıyor. CDC, artışın sağlık hizmetlerine erişimin yüksek olduğu bölgelerde daha belirgin olduğunu ve bu nedenle görünürlük artışının önemli bir rol oynadığını vurguluyor. Demografik gruplar arasındaki tanı farklılıklarının azalması da önceki yıllarda tespit edilemeyen geniş bir grubun artık kayıtlara girdiğini düşündürüyor.
Tüm bu etkenler birlikte değerlendirildiğinde, otizm oranlarındaki artışı tek bir çevresel faktörle açıklamak bilimsel olarak mümkün görünmüyor. Veriler, artışın önemli bir bölümünün tanı kriterlerinin genişlemesi, erken taramalar, farkındalık düzeyindeki yükseliş ve kayıt mekanizmalarındaki değişikliklerden kaynaklandığını gösteriyor. Bu nedenle “otizm salgını” söylemi, mevcut kanıtların desteklemediği bir yorum olarak kalıyor.
Artışın En Büyük Sebebi: Tanısal İkame (Diagnostic Substitution) 
Otizm oranlarındaki artışı açıklayan en güçlü mekanizmalardan biri de “tanısal ikame” olarak adlandırılan süreç. Tanısal ikame, bir çocuğun daha önce farklı bir gelişimsel bozukluk kategorisinde değerlendirildiği halde, tanı kriterlerinin değişmesi veya değerlendirme yöntemlerinin dönüşmesi sonucunda yeniden sınıflandırılması anlamına geliyor.
Penn State Üniversitesi’nin çalışması, 2000’li yılların başından bu yana zihinsel engellilik tanılarında belirgin bir düşüş olduğunu, bu düşüş ile aynı dönemde otizm tanılarındaki artış arasında güçlü bir ters orantı bulunduğunu gösteriyor. Bu durum, toplam nörogelişimsel bozukluk yükünün sabit kaldığını, asıl değişimin hangi etiketin kullanıldığıyla ilgili olduğunu gösteriyor.
Kaliforniya’da yapılan bir çalışma da benzer bir tablo ortaya koyuyor. 1990’larda özel eğitim hizmeti alan çocukların önemli bir kısmı “zihinsel engellilik” kategorisi altında sınıflandırılırken, bugün aynı profildeki çocuklar büyük oranda otizm spektrum tanısı altında toplanıyor. Otizme yönelik hizmetlerin daha fazla kaynak sunması, ailelerin otizm etiketini daha işlevsel bulması ve eğitim kurumlarının değerlendirme prosedürlerindeki değişiklikler bu kaymanın nedenleri arasında yer alıyor. Yani, artışın kayda geçen kısmının önemli bir bölümü yeni vakaların ortaya çıkmasından değil, aynı grubun farklı bir tanı altında yeniden sınıflandırılmasından kaynaklanıyor.Bu bulgu, otizm oranlarındaki artışın “gerçek bir salgın” olduğunu öne süren söylemlerin eksik değerlendirmeler içerdiğini gösteriyor. CDC, NIH ve bağımsız akademik araştırmalar birlikte değerlendirildiğinde, tanısal ikamenin oranlardaki yükselişin en az dörtte birini açıkladığı görülüyor. 
Türkiye’deki Otizm Vakaları 
Türkiye’deki otizm vakalarında da ABD’deki ile benzer şekilde bir artış yaşanıyor. 25 Kasım 2025 tarihinde Türkiye Otizm Meclisi, TBMM’de bir sunum gerçekleştirdi. Bu sunuma göre ülkedeki otizm vakalarının sayısı giderek artan bir eğilim gösteriyor. 10-15 yıl kadar önce 150 çocukta 1 görülürken, bu oran günümüzde 33 çocukta 1 olarak belirlenmiş durumda. Milli Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürü, bu artışın “matematiksel olarak izah edilebilir bir büyüklükte olmadığını” ve izah edilmesinin gerçekten çok zor olduğunu belirten bir konuşma yaptı. Sunumdaki verilere göre on beş yıl içinde 93.447 öğrenci otizm spektrum bozukluğu tanısı almış olup, sadece son bir yılda sisteme dahil olan otizm tanılı öğrenci sayısı 11.782 oldu.
Fakat, tüm bakanlıkların ortak kullandığı ayrıştırılmış ve derlenmiş bir veritabanı bulunmuyor.  Bu artışla birlikte eğitim, sağlık ve bakım ihtiyaçları da hızla büyüyor. Karşılaşılan en büyük yapısal sorunlar arasında, otizmli bireylerin eğitiminin kesintiye uğraması, ilkokuldan ortaöğretime geçişte kayıplar yaşanması, nitelikli destek personel eksikliği, öğretmenlerin bu konuda yetersiz eğitim alması ve ayrımcılık vakalarına karşı mücadelede yaşanan cezasızlık sorunu bulunuyor. Bu durum, hizmetlerin aksayan her noktasında yükün ailelerin üzerine binmesine, onların fiziksel, psikolojik ve mali olarak aşırı yıpranmasına yol açıyor.
Otizm Vakaları Değil, Teşhisleri Artıyor 
Otizm oranlarındaki yükseliş ilk bakışta çarpıcı görünse de mevcut bilimsel veriler, bu artışın tek bir biyolojik nedene bağlanamayacağını gösteriyor. Uzmanlara göre tabloyu belirleyen asıl etkenler, tanı kriterlerinin yıllar içinde genişlemesi, toplumdaki farkındalık artışı, tarama uygulamalarının yaygınlaşması ve bazı eski tanıların otizmle yeniden sınıflandırılması gibi değişimler. Araştırma kurumlarının değerlendirmeleri de artışı açıklayan asıl dinamiğin bu çok katmanlı süreçler olduğunu, “otizm salgını” söyleminin ise bilimsel temele dayanmadığını ortaya koyuyor. Gerçek bir salgında, ağır gelişimsel belirtilere sahip vakaların da paralel şekilde artması beklenirdi fakat mevcut veriler böyle bir eğilim göstermiyor.
Ancak siyaset ve medyada dolaşıma giren pek çok iddia, bu karmaşık tabloyu göz ardı ederek yalnızca dikkat çekici istatistikleri öne çıkarıyor. Otizmin nedenlerine ilişkin bilimsel bulgulara yer verilmemesi, hem kamuoyunun doğru bilgilendirilmesini zorlaştırıyor hem de otizmli bireylere yönelik algıyı olumsuz etkileyebiliyor.
Bu nedenle otizm oranlarındaki yükselişi değerlendirirken temel sorular verilerin nasıl toplandığı, hangi tanı kriterlerinin kullanıldığı ve artışı hangi toplumsal ve klinik faktörlerin etkilediği olmalı. Bugüne kadar yapılan çalışmalar, oranlardaki artışı yeni bir salgının değil, tanı sisteminin dönüşümünün, görünürlüğün artmasının ve toplumun gelişimsel farklılıkları daha iyi tespit etmesinin bir sonucu olarak yorumlamak gerektiğini gösteriyor. Bu yüzden tartışmaların, güçlü bilimsel literatür ve resmi kurumların verileri ışığında yürütülmesi, hem kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi hem de politika yapıcıların sağlıklı karar alabilmesi açısından kritik önem taşıyor.