COVID-19 salgını, ulus devletlerin salgınla mücadelede en anahtar rolü üstlendiği ve uyguladığı veya uygulamayı tercih etmediği politikalarla da sorumlu aktör olduğu bir kriz anı. Salgın sürecinde bazı ülkeler uyguladıkları önleyici politikalardaki sıkılık ve gevşeklikleriyle ve farklı politika alanlarında görece başarılarıyla farklılaştılar. Fakat kriz anları, acil politika geliştirme ihtiyacının karar alma süreçlerinde oluşturduğu baskı nedeniyle demokratik teamüllerden de en fazla uzaklaşıldığı dönemler. Kriz anlarında ortaya çıkan demokratik prosedürlere aykırı uygulamaların kriz sonrasında genel bir otoriterleşme eğilimini başlatma potansiyeli her zaman tehdit olarak karşımızda durur.
Freedom House, Ekim 2020 tarihinde COVID-19 salgınının demokrasi ve insan hakları üzerindeki etkisine ilişkin “Democracy under Lockdown” isimli araştırmasını yayınladı. 192 ülke üzerinde yaptığı araştırmaya, 398 gazeteci, sivil toplum çalışanı, aktivist ve diğer uzmanlar katıldı. Rapora göre, salgının yol açtığı demokrasi krizi 80 ülkede demokrasi ve insan haklarının durumunu daha da kötüleştirdi. Halk sağlığını koruma mazeretiyle yürütme organları sahip oldukları güçleri muhalifleri bastırmak ve kurumları zayıflatmak için kullandılar.
Salgın sürecinde bu tehlikenin en görünür kanıtı Macaristan Parlamentosu’nun Başbakan Orban’a süresiz bir şekilde tanıdığı yetkilerdi. Başbakan’a verilen bu yetkilerin yegâne gerekçesi COVID-19 salgını sürecinde hızlı karar alma gerekliliğiydi. Fakat verilen yeni yetkilerin genişliği ve Orban ve partisinin Macaristan demokrasisine son yıllarda verdiği zarar, salgının yürütmenin önündeki engelleri kaldırmak için sadece bir gerekçe oluşturduğu izlenimi de veriyor.
Bir başka örnek Sri Lanka’da Mahinda Rajapaksa hükümeti son altı ayda otoriter gündemini hızlandırdı. Hükümet COVID-19 salgınıyla ilgili ülke politikalarını eleştiren herkesin tutuklanması emrini vererek bağımsız haberciliğe ve ifade özgürlüğüne darbe indirdi. Ulusal yasama meclisi anayasal sürenin ötesinde tatile çıkarıldı ve yürütme gücü üzerindeki kontroller zayıfladı. Sağlık konusundaki kaygılar da yetkililer tarafından özellikle azınlık Müslüman nüfusa karşı insan hakları ihlalleri için bir bahane olarak kullanıldı.
Güney Afrika’da da hükümet salgına yönelik sert bir önleyici politika geliştirmek adına karar alma prosedürlerini işletmediği gibi, bu sert politikalar karantina uygulamasında kurala karşı koyanların polis ve ordu tarafından vurulmasına kadar gidecek bir sıkıyönetim ortamı da yarattı. Özetle, salgın sürecindeki demokratik değerlerden “gerekçeli” bir şekilde sapmalar son on yılda küresel bir eğilim haline gelen otoriterleşmenin yakıtını oluşturma potansiyelini barındırıyor.
Salgından çok daha önce başlamış demokrasi krizinin, sağlık krizi düzeldikten sonra da devam etmesi muhtemel gözüküyor çünkü kriz anında yürürlüğe konulan kanun ve normların tersine çevrilmesi zor. Freedom House’un araştırmasına katılan uzmanların %64’ü salgının demokrasi ve insan hakları üzerindeki etkisinin önümüzdeki üç ila beş yıl içinde negatif olarak yaşanacağını söylüyor. Özellikle, Çin’in son dokuz aydaki deneyimi gelecek için bir modelleme oluşturuyor. Şeffaflık ve hesap verebilirlik çağrılarını zayıflatabilmek için milliyetçiliğin yükselişi, gelişmiş ve teknolojik gözetleme mekanizmaları, ülke içindeki ve dışındaki insanlara yönelik baskılar geleceğe ışık tutuyor.
Show more

Araştırmaya katılan uzmanların %27’si hükümetlerin gücü kötüye kullandığını bildiriyor. Gücü kötüye kullanma COVID-19 salgınından en çok etkilenen üç sorundan biri olarak nitelendiriliyor. Yetkililerin sivillere şiddet uygulaması, insanları gerekçe göstermeksizin gözaltına alması ve yasal olarak sahip oldukları yetkilerini aştıkları ifadeleri yer alıyor. Freedom House, en az 59 ülkede sivillere yönelik uygulanan polis şiddetinin izlerini saptadı. Şiddetin büyük çoğunluğu görece daha az demokratik ülkelerde meydana geldi. Ancak kısmen özgür olan Liberya’da bile, uygulanan sokağa çıkma yasaklarında güvenlik güçleri emirlerini acımasız ve uygun olmayan şekillerde uyguladı. Diğer taraftan, hükümetler eylemlerini halk sağlığını korumak olarak meşrulaştırdı. Yani, halk sağlığını özel yetkilere verebilmek için bir gerekçe olarak kullandı.
Varieties of Democracy (V-Dem) projesi COVID-19 salgını sürecinde ülkelerin önleyici politikalarda ne yaptıklarını ve nasıl karar verdiklerini derleyerek demokratik gerileme riski barındıran ülkeleri belirledi. Proje bu ölçeği oluştururken dört ana soru etrafında veri derledi:
Hangi ülkeler ne tip acil önemler uygulamaya koydular? 
Salgın sürecinde yürütme erkini sınırlayan sivil özgürlükler ve siyasi kurumlar ne ölçüde kısıtlandı? 
Salgın sürecinde alınan önlemler BM’nin belirlediği “orantılı, gerekli ve ayrımcı nitelikte olmayan” standartlarına uyuyor mu? 
Hangi ülkeler ülke içindeki kriz sonra erdiğinde kriz öncesi statüko durumuna döndü, hangi ülkeler bunu yapmadı?

Derlenen veriler ışığında 56 ülke COVID-19 salgını sürecinde yaptıkları politika tercihleri ve yürüttükleri karar alma prosedürü ile demokratik gerileme riski yüksek olan ülkeler belirlendi. Özellikle AB üyesi Balkan ülkelerinde ve Latin Amerika demokrasilerindeki yüksek risk dikkat çekiyor.

Ülkelerin demokratik gerileme riski ile COVID-19 vaka sayılarını bir arada düşünüldüğünde ABD ve İspanya gibi vaka sayısının görece yüksek seyrettiği ülkelerde demokratik gerileme riski orta olarak ortaya çıkarken İtalya ve Fransa’da ise sürecin demokratik teamüllerden taviz vermeden işletildiği görülüyor.
COVID-19 Amerika Birleşik Devletleri’nin demokratik kurumlarındaki kırılmayı derinleştirdi. Sadece ABD’deki COVID-19 sebebi ile ölü sayısı dünyada en yüksek olmakla kalmadı, aynı zamanda önemli bir seçim dönemine denk geldi ve halk sağlığı siyasallaştı. Donald Trump yönetimi, salgınla ilgili yanlış bilgi kirliliği yarattığı için sert bir şekilde eleştirildi. Başkan Trump, virüsü küçümsedi, kanıtlanmamış tedavileri ve yanlış sağlık istatistiklerini destekledi.
Kriz anlarında gücün kötüye kullanılması marjinal topluluklar üzerinde orantısız bir etki yarattı. Freedom House’un araştırmasına katılan uzmanların %29’u azınlıklar ve savunmasız nüfusların salgından en çok etkilenen olduğunun altını çizdi. Katılımcıların %25’i salgın nedeni ile etnik ve dini azınlıklara yeni veya artan kısıtlamalar getirdiğini ifade etti. Bazı durumlarda etnik ve dini azınlıklar orantısız bir şekilde daha fazla acıya maruz kaldı çünkü sahip oldukları statüleri onları daha büyük risk altına aldı. Zayıflamış bağımsız medya ve kabul gören yasama ve yargı organlarının neden olduğu hesap verilebilirliğin azaltılması hem devletlerin hem de devlet dışı faillerin ayrımcılık yapmasına imkân sağladı. Örneğin, Bulgaristan’da Roman mahallelerinde, romanların çoğunluk oluşturmadığı bölgelere göre daha sert kısıtlamalar uygulandı. Türkiye’den bir katılımcı ise, “COVID-19 denetimleri ve kontrolleri kapsamında polis şiddeti orantısız bir şekilde azınlıkları hedef aldığını” iddia etti.
Hükümetler ve toplumlar, marjinal grupları günah keçisi olarak ilan etti ve virüsü yaymakla suçladı. Hindistan’da Müslümanlar, Yeni Delhi’de bir COVID-19 salgını ile bağlantılı İslami bir dini toplantıyı “süper bulaştırıcı” olarak etiketledi. Sri Lanka’da ise, Dünya Sağlık Örgütü’nün cenazelerin dini geleneklere uygun düzenlenebileceğini tavsiye etmesine rağmen virüse yakalanan Müslümanların yakılmaları emredildi. Araştırmaya Türkiye’den katılan bir katılımcı ise, “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın açıklamasında, Allah’ın lanetinden dolayı LGBTİ+ bireylerin virüsü dünyaya yaydığını ve bu durumdan LGBTİ+ bireylerin sorumlu olduğunu” söylemiş.
Show more

Dünyanın dört bir yanından araştırmaya katılan uzmanlar, hükümetlerin COVID-19 salgını hakkındaki bilgilere yönelik şüpheleri olduğunu dile getirdi. Katılımcıların %62’si ülkelerinde salgın hakkında yapılan açıklamalara güvenmediklerini dile getirdi. 45 ülkeyi temsil eden katılımcıların %31’i salgın süresi boyunca yolsuzluğun ve şeffaflığın azaldığını söylüyor. Kamu sağlığına ve ekonomiye yardımcı olmak amacıyla acele ile fonları dağıtıldı. Ancak fonları izlemek için bir mekanizma olmaması yolsuzluk fırsatı sağladı. Örneğin, Moritanya’da iktidar partisinin bakanları, başbakan adına bağış yapılan COVID-19 fonlarını kullandı.
Bağımsız medya salgın sırasında çıkmaza girdi. Hesap verilebilirliği zorlaştırdı ve hayati bilgilerin yazılması engellendi. Freedom House’un araştırmasına göre, 192 ülkeden en az 91’i haber medyasında COVID-19 salgını ile ilgili kısıtlamalar yaşadı. Krizi haber yapmak isteyen gazeteciler tutuklandı. Şiddet, taciz ve yıldırma ile hedef haline geldiler. Hükümetler, içerikler üzerinde kontrol uyguladı. Gazetelerin satışlarını engellendi, basımları askıya alındı ve basın kimliklerini iptal edildi. Virüs ile ilgili yalan haberlerin yayılmasına karşı yeni mevzuat çıkarırken, çevrimiçi sitelerini engelledi. Çevrimiçi makaleler veya sosyal medya gönderileri kaldırıldı.