CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, 4 Ekim 2022'de sosyal medya hesaplarında yayınladığı bir video kayıtta, “Kadınların Yürüttükleri Mesleğin İcrası Kapsamındaki Kılık ve Kıyafeti Giymek Dışında Herhangi Bir Zorlamaya Tabi Tutulamaması Hakkında” üç maddelik bir kanun teklifini TBMM Başkanlığına sunduklarını açıkladı. Teklifin gerekçesi olarak geçmişte yaşanan başörtüsü odaklı yasaklama uygulamaları üzerinde duruldu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ertesi gün parti grup toplantısında CHP liderini yasal düzenlemeden bir adım öteye, anayasal bir düzenlemeye gitmeye çağırdı. 
Türkiye, bugün yeniden başörtüsü yasakları ve yasakların kaldırılması sürecini hatırlıyor ve mecliste, kamu kurumlarında, üniversitelerde başörtüsü kullanan kadınlara karşı geçmişteki yaptırımların, cumhuriyet tarihinde yasal bir zemini olup olmadığını tartışıyor.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, vatandaşlarının kılık kıyafetleriyle alakalı iki madde barındırıyor ve bu maddelerin hiçbiri başörtüsü kullanan kadınların hak ve özgürlüklerine karşı değil. Yasalardan ilki, 28.11.1925 tarihli ve 671 sayılı “Şapka İktisası Hakkındaki Kanun”, söz konusu madde, erkeklere ilişkin ve TBMM üyelerinin yanında diğer memurlara şapka takma mecburiyeti getiriyor. Diğer yasa, 1934 tarihli “Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun.” Bu kanun da, din adamlarınca giyilen sarık, cübbe ve ruhanilerin giydikleri kıyafetlerine değiniyor ve hangi din ve mezhepten olursa olsun, mabet veya ayinler dışında dini kisvelerin giyilemeyeceğini düzenliyor.

1926: Medeni Kanun

1923'te kurulan Cumhuriyet, çağdaş değerlere sahip olma gayesindeydi. Din ve devlet işlerini birbirinden ayıran, dini inançların devlet nezdinde referans alınmamasını, devletin bu konuda tarafsız ve tepkisiz olmasını savunan laiklik, Türkiye Cumhuriyeti'nin ve onun lideri Mustafa Kemal Atatürk'ün temel ilkelerindendi. Cumhuriyet'in kurucu düşüncesine göre laiklik basit tanımının ötesinde, tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve inanç özgürlüğüne sahip olabilmesini sağlayacak temel kavramdı.
Cumhuriyetin ilanının ardından, 4 Ekim 1926’da Türk Medeni Kanunu kabul edilerek İslam hukuku “fıkıh”tan vazgeçildi. Bu yenilik anayasal zeminde Türkiye'de yaşayan tüm kadınlar için giyim kuşamda vicdani özgürlüğü ilk kez mümkün kıldı. 

1938 - 1950: İnönü Dönemi

Takip eden dönemde Cumhuriyet yeni rejim karşıtı, kimilerini dini grupların yönlendirdiği bir dizi ayaklanmayla karşılaştı. İç güvenliğin sağlanmasına yönelik önlemler, özellikle inkılapları kökleştirmek amacını da taşıyan İsmet İnönü iktidarında, II. Dünya Savaşı'nın da etkisiyle daha kuvvetli hissedilmeye başladı. İnönü döneminde Türkiye'de devrimlere karşı tehdit oluşturulabilecek en küçük oluşum, faaliyet ve olay sıkı güvenlik tedbirleriyle karşı karşıya kaldı. Örneğin 1935 yılında İçişleri Bakanlığı'nın peçe, çarşaf ve peştamal türevi yüzü tamamen kapatan giysilerin giyilmesini yasaklayan genelge, İnönü döneminde sıkıca uygulandı.  

1960’lar: Yükseköğretim Kurumlarında Başörtüsü Tartışmalarının Başlangıcı

Türkiye’de kamu kurumlarında ve özellikle üniversitelerde başörtüsüne dair güncele de taşınan tartışmaların başlangıcı olarak 1960’lı yılları göstermek mümkün. Bu tarihten önce de kamu kurum ve kuruluşlarında başörtülü kadınlar bulunmamakla birlikte, bu on yıl içinde yüksek öğretim kurumlarında başörtüsü takmaları gerekçesiyle ayrımcılığa uğrayan bir dizi kadının yaşadığı örnekler başörtüsü sorununun da sembolleri oldular. 

1980’ler: ‘Kamuda Kılık Kıyafet Yönetmeliği’ ve Genelgeler

Sorunun yasal düzleme taşınmasının 1980 askeri darbesinin ardından gündeme geldiği söylenebilir. Darbenin ardından 1982’de çıkarılan  ‘kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan personelin kılık kıyafetine dair yönetmeliğin’ 5. maddesine göre; kamu kurumlarında kadınların başörtü kullanmaması, başlarının açık olması gerekiyordu. 
“...Kadınlar; Elbiseler temiz, düzgün, ütülü, sade; ayakkabılar ve/veya çizmeler sade ve normal topuklu, boyalı; görev mahallinde baş daima açık, saçlar düzgün taranmış veya toplanmış; tırnaklar normal kesilmiş olur. Ancak bazı hizmetler için özel iş kıyafeti varsa görev sırasında kurum amirinin izni ile bu kıyafet kullanılır. Pantolon, kolsuz ve çok açık yakalı gömlek, bluz veya elbise giyilmez. Etek boyu dizden yukarı ve yırtmaçlı olamaz. Terlik tipi (sandalet) ayakkabı giyilmez…”
Ardından MEB ve YÖK bir dizi genelge ile kurumları içinde kısıtlamaları sürdürdüler.

1988: Ek 16. Madde Görüşmeleri 

80’ler boyunca özellikle yükseköğretim kurumlarında öğrenim gören ya da görevli olan kadınların başörtüleri sebebiyle uğradıkları ayrımcılıklar tepki toplamaya devam etti. Sorunun çözümü için 1982 yılında YÖK’ün yayınladığı “öğrencilerin modern bir şekilde türban kullanabileceklerini öngören” genelgesi yeterli olmadı. TBMM’de 1988’den itibaren yönetmeliğin 16. maddesi üzerine görüşmeler yürütüldü. 
“Anayasanın 174. maddesinde yer alan inkılap kanunlarına aykırı olmamak kaydıyla, yüksek öğrenim kurumlarında öğretim elemanı ile öğrenciler için kılık kıyafet serbesttir. Bu konu ile ilgili olarak kişi veya kurumlarca sınırlayıcı işlem yapılamaz, karar alınamaz.” (3503 Sayılı 2547 Sayılı Kanun’da Değişiklik Yapan Kanun, 16.11.1988)”
TBMM’nin kabul ettiği bu maddeyi, Kasım 1988’de Cumhurbaşkanı Kenan Evren geri çevirdi. Aralık 1988’de TBMM’de, 3511 sayılı kanunla yeni bir Ek 16. madde kabul edildi:
“Yükseköğretim kurumlarında dershane, laboratuvar, klinik, poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunludur. Dini inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbesttir.” (RG, 28.12.1988)”
Cumhurbaşkanı bu defa iptal için Anayasa Mahkemesine başvurdu, 7 Mart 1989 tarihli mahkeme kararıyla, Ek 16. maddenin “dini inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbesttir” şeklindeki ikinci cümlesi iptal edildi.
1989’da, Türkiye Barolar Birliği, meslek kurallarına “Avukatların mahkemelerde başlarının açık” olarak görev yapacakları ibaresini ekledi.
Bunun yanında, Ekim 1990’da Yükseköğretim Kanununa Ek 17. madde ile “Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile yükseköğretim kurumlarında kılık kıyafet serbesttir” ibaresi kabul edildi. Bu madde ile birlikte 1998 yılına dek başörtülü öğrencilerin yükseköğretim kurumlarında öğrenci olarak varlıkları yasal düzenlemelerle koruma altında kalsa da, ayrımcı uygulamalar sürdü.

1997, 28 Şubat ve Kılık Kıyafet Endişesi

1990’lar özellikle askeriyenin dolaylı yollardan olsa da siyasete müdahale ettiği 28 Şubat Süreci boyunca başörtüsüne dayalı ayrımcılıkların en yüksek tondan hissedildiği yıllar oldular. Askerin irtica endişesiyle gerçekleştirdiği 28 Şubat’ın ardından alınan Milli Güvenlik Kurulu kararlarının 13. maddesinde: 
“...kıyafetle ilgili kanuna aykırı olarak ortaya çıkan ve Türkiye’yi çağdışı bir görünüme yöneltecek uygulamalara mani olunmalı, bu konudaki kanun ve Anayasa Mahkemesi kararları taviz vermeden öncelikle ve özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında titizlikle uygulanmalı...” ifadeleri yer almaktaydı.
Bu maddenin ardından, 13 Mart 1997’de bir öncü olarak MGK Baş Müşaviri, rektörlere ve yargı mensuplarına, başörtülü öğrencilerin üniversiteye alınmamasına yönelik bir brifing verdi. Brifingin ardından Rektörler Komitesi de benzer vurgular içeren bir bildiri yayınladı.

1998, Temel Haklar Genelgeler ile Kısıtlanabilir mi?

23 Şubat 1998’de, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü,  “Üniversitemiz kampüslerin veya binalarının giriş kapılarında gerekli denetimlerinin yapılarak, yeni düzenlemeye göre verilmiş öğrenci kimliği olmayan (yabancı uyruklu öğrenciler dahil) öğrencilerin içeri alınmamaları gerekmektedir.” ifadelerini içeren bir genelge yayınladı. Oluşan tepkiler üzerine sakallı öğrencilerin üniversiteye alınmamasına yönelik uygulamadan vazgeçildi (İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü genelgesi 26.02.1998) başörtülü öğrenciler için yasak devam etti.
YÖK, itirazlara, başka mahkemelerin aksi kararlarına ve Ek 17. maddeye karşılık bir genelge ile üniversitelere Bölge İdare Mahkemesinin öğrencilerin derslere alınmamasını, çıkmazlarsa derslerin iptal edilmesini hukuka uygun bulan kararını iletti. Karar şu şekildeydi: 
“Öğrenci kimlik kartı olmayan öğrencilerin Üniversite Kampüslerine veya binalarına alınmamaları ve kadın öğrencilerin başörtüsü, erkek öğrencilerin sakallı olarak ders, staj ve uygulamalara alınmamaları yolunda İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünün 23.02.1998 tarihli işleminin iptali ve yürütmenin durdurulması talebiyle adı geçen üniversite aleyhine İstanbul 6.İdare Mahkemesinde açılan davada alınan yürütmeyi durdurma kararına karşı İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünce yapılan itiraz üzerine, İstanbul Bölge İdare Mahkemesince alınan 19.08.1998 tarih ve 1998/947 sayılı kararla, öğrenci kimlik kartı olmayan öğrencilerin üniversite kampüslerine veya binalarına alınmamaları ve kadın öğrencilerin başörtüsü erkek öğrencilerin sakallı olarak ders, staj ve uygulamalara alınmamaları yolunda tesis edilen işlemlerin hukuka ve mevzuata uygun olduğuna karar verilmiştir.” 

1999: TBMM’de Başörtülü Vekil Gerilimi

28 Şubat’ın ardından iktidardan uzaklaştırılan Refah Partisi, yoluna Fazilet Partisi olarak devam ederken 1999’da gerçekleşen seçimlerin ardından vekil seçilen Merve Kavakçı meclise başörtüsüyle gelen ilk kadın oldu. Başbakan B. Ecevit, Kavakçı’nın meclise başörtülü olarak gelmesini devlete meydan okuma olarak değerlendirirken engel olunmasını istedi ve Kavakçı vekillik yeminini tamamlayamadı.

2007: YÖK Yasağı Kaldırıyor

2002 seçimlerinde yeni hükümeti Ak Parti kurdu. 2007’de YÖK başkanının değişmesinin ardından üniversitelere başörtülü öğrencilerin girebilmesine dair ilk olumlu gelişmeler yaşanmaya başladı. Aynı yıl rektörlüklere gönderilen talimatla yasak kaldırıldı.

2008: AKP ve MHP’nin Anayasa Değişikliği Hamlesi

23 Şubat 2008’de TBMM’de %74,5’lik bir katılım oranı ve AKP ve MHP’nin destekleriyle Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerinde değişikliklere gidildi. Değişiklikler, temel bir hakkın kanun hükmü olmadan sınırlanamayacağına ilişkin kuralı yükseköğretim kurumları için tekrarlıyordu.
Bunun yanında, Meclis Milli Eğitim Komisyonuna gönderilen Yükseköğretim Kanunu Ek 17. madde teklifi ise yasalaşmadı; 
“Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir. Hiç kimse başının örtülü olması sebebiyle yüksek öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz ve bu yönde uygulama ve düzenleme yapılamaz. Ancak başın örtülmesi, kişinin yüzü açık ve kimliğinin tanınmasına imkan verecek ve çene altından bağlanacak şekilde olması gerekir.”
Bu teklifin yasalaşmamasının sebebi, başörtüsünün nasıl kullanılacağına yönelik de bir hüküm içeriyor olmasıydı ve mevcut 17. madde, “yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile yükseköğrenim kurumlarında kılık-kıyafet serbesttir.” ibaresiyle zaten başörtü hakkını halihazırda saklı tutuyordu.
Bunun yanında CHP’nin, değişikliği Anayasa Mahkemesi’ne taşımasının ardından 05.06.2008 tarihinde söz konusu değişikliklerin Anayasa’nın başlangıç bölümüne ve laiklik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle yürürlüğü durduruldu, ardından iptal edildi.

2013: Demokratikleşme Paketi

Avukatların barolarca belirlenen başörtüsü yasalarına ilişkin uygulamalar mahkeme kararları ile aşılırken, 1 Ekim 2013’te açıklanan demokratikleşme paketi ile kamuda kılık kıyafet yönetmeliğinin 5. maddesinde yapılan değişiklik ile kısıtlayıcı hükümler uygulamadan kaldırıldı. Aynı ay içinde, 31 Ekim 2013’te Ak Parti mensubu dört kadın milletvekili meclis genel kurulu çalışmalarına başörtülü olarak katıldılar, oturum boyunca herhangi bir gerilim yaşanmazken bu tutum meclisteki kısıtlamaların da sonu oldu.