Adrenokrom bileşiğinin çocuklardan ve canlı insanlardan alınarak gençleşmek için kullanıldığı iddiası yıllardır komplo teorilerinin vazgeçilmez teması olmaya devam ediyor. Fakat Adrenokrom laboratuvarda kolaylıkla üretilebilen bir bileşik. Sosyal medya söylentilerinde başrolü almasının nedeni ise film ve kitaplarla beslenen abartılı imajı. Bilim insanları adrenokromun gençleşme üzerine bir etkisi bulunmadığını özellikle vurguluyorlar.
Adrenokrom uzun zamandır sosyal medyanın ilgi odağı haline gelmiş, çeşitli teorilere konu olmuş bir madde. Bu kimyasal bileşiğin çeşitli komplo teorilerinde başrol oynadığı görülüyor. Ünlü ya da varlıklı kişilerin çocuklardan elde edilen adrenkromu uyuşturucu olarak ya da gençleşmek için kullandığı iddiası günümüzde güncelliğini hala koruyor. Adrenokrom gerçek dünyada psikoaktif ya da yasadışı bir madde olmamasına rağmen sosyal medyada dolaşan iddialar, mitler ve yanlış bilgiler, konuyu popüler bir hale getiriyor. Bu nedenle, adrenokromun ününe katkıda bulunan faktörleri inceleyerek, bu olayın arkasındaki merak uyandıran dinamiklere odaklanıyoruz.
Adrenokromu Popülerleştiren Bilimsel Çalışma “Adrenokrom Teorisi”
Adrenokrom, böbrek üstü bezlerinden salgılanan adrenalinin okside olması ile oluşan kimyasal bir bileşik. Adrenalin epinefrin adıyla da biliniyor. Adrenokrom ile ilgili ilk bilimsel çalışmalar, Kanadalı iki psikiyatrist tarafından 1950’lerde gerçekleştirilmiş. Şizofreni üzerinde çalışan Abram Hoffer ve Humpry Osmond isimli iki psikiyatrist, vücut tarafından üretilen ve şizofreniyi tetikleyen bileşiği bulmak için araştırmalar yapmış. Şizofreni semptomları ile halüsinojenik bir madde olan meskalinin etkileri arasında benzerlikler olduğunu fark eden araştırmacılar, meskaline en çok benzeyen bileşiği bulmaya çalışmış.. Araştırmanın sonucunda adrenalin hormonunun meskalin ile benzerlik gösterdiğini ve bu sebeple adrenokromun aradıkları bileşen olduğunu ileri sürmüşler. Adrenokromu kendi üzerlerinde test eden araştırmacılar, maddenin halüsinasyonlara yol açtığını da iddia etmişler. 
Hoffer ve Osmond’un teorisine göre, adrenalinin vücutta oksitlenmesi sonucu oluşan adrenokrom birikerek şizofreniyi tetikliyordu. C vitamini ve B3 vitamini olan niasinin, oksidasyon sürecini engelleyerek adrenokrom oluşumunu önleyebileceğini iddia ettikleri çalışmayı “Adrenokrom teorisi” olarak adlandırmışlar. Ancak, şizofreni hastalarının “adrenokrom teorisi” ile iyileştirilebileceği üzerine yapılan bazı çalışmalar Hoffler ve Osmond’u desteklerken, bazı çalışmalar aynı sonuçları almamış. Bu sebeple şizofreni ve adrenokrom ilişkisi araştırmaları bir sonuca ulaşamamış. Başka araştırmacılar adrenokrom kullanımının psikedelik bir deneyim olarak kabul edilemeyeceği konusunda hemfikir olduğu için Adrenokromun halüsinojen bir madde olarak sınıflandırılıp sınıflandırılamayacağı konusunda da bir sonuca varılmamış. Bağımlılık yapan ya da halüsinojenik maddeler listelerine bakıldığında adrenokromun bu listelerde yer almadığı görülüyor.
Adrenokromun şizofreni tedavisinde bilim camiasında etkili bir izlenim bırakamamış olsa da popüler kültürü etkileyen bir bileşik olduğu görülüyor.
Adrenokromu Komplo Teorisine Dönüştüren Popüler Kültür
Adrenokrom Hipotezi, halkın adrenokrom algısını etkiledi; onu meskalin gibi çeşitli psikedeliklerle ilişkilendirdi. Aldous Huxley, 1954 tarihli eseri The Doors of Perception'da adrenokromdan bahsetti; Anthony Burgess ise A Clockwork Orange’da adrenokroma 'drenchrom' lakabını taktı.
Adrenokromu popülerleştiren eserlerden en önemlisinin Hunter S. Thompson’ın 1971 yılında kaleme aldığı "Las Vegas’ta Korku ve Nefret" adlı romanı ve romanın 1998 yılındaki film uyarlaması olduğunu söylemek mümkün. Hem kitapta hem de filmde adrenokrom insanlardan elde edilen halüsinatif bir madde olarak tasvir ediliyor. Karakterler, çocukları taciz ettiği için tutuklanan bir kişiden adrenokrom temin ediyor. 

Filmin bir sahnesinde karakter, adrenokromun etkilerini “saf meskalinin zencefil birası gibi görünmesi” olarak tanımlıyor. Bu ifadede, Hoffler ve Osmond’un yıllar önce yaptığı  meskalin ve adrenokrom çalışmasından esinlenilmiş gibi görünüyor.
Başka bir karakterin adrenokromu kullandıktan sonra “Bu şeyin tek bir kaynağı var: canlı bir insanın vücudundaki adrenalin bezleri.” dediği sahne ise günümüz adrenokrom komplo teorileri ile paralellik gösteriyor. Thompson’ın adrenokromu sadece bir kimyasal madde olarak değil, aynı zamanda birçok tartışmaya ve spekülasyona da kaynaklık eden bir sembol olarak sunmasıyla, bu fenomenin popüler kültürdeki etkisi daha da güçleniyor.
Filmin yönetmeni Terry Gilliam, filmde adrenokrom hakkında söylenen her şeyin bir kurgudan ibaret olduğunu açıklasa da sosyal medyada adrenokromun yalnızca canlı insanlardan elde edilebileceğine inanan kullanıcıların sayısı oldukça fazla. 
Bu sebeple konuyla ilgili bilim camiasından da açıklamalara ihtiyaç duyuluyor. McGill Üniversitesi Bilim ve Toplum Ofisi Direktörü Dr. Joe Schwarcz, adrenokrom üzerine yayımladığı yazıda, adrenokromun kolaylıkla sentezlenebilen bir madde olduğunu ve insan kullanımının gerekli olmadığını belirtiyor. Ayrıca, adrenokromun hiçbir gençleştirici etkisi olmadığını vurgulayan Scwarcz, filmde yer alan ifadelerin yalnızca kurgudan ibaret olduğunu yineliyor. 
Adrenalin aynı zamanda acil durumlar için tasarlanmış ve anafilaksi tedavisinde kullanılan bir hormon. Bu hormon vücutta ani alerjik reaksiyonlara karşı hızlı bir müdahale etmek için tasarlanan oto-enjektörler aracılığıyla kolaylıkla kullanılabilir. Potansiyel tehlikeli durumları kontrol altına almak için anafilaksi geçiren veya anafilaksi riski taşıyan bireyler, genellikle yanlarında oto-enjektör taşıyor.
Oto-enjektörler için adrenalin üretimi endüstriyel ölçekte gerçekleştirilen bir sentezleme süreci. Bu nedenle, adrenalin üretimi için herhangi bir canlıya ihtiyaç duyulmuyor. Adrenokrom da, adrenalinin oksidasyonu sonucu oluşan bir bileşik olduğu için, laboratuvarda sentezi gerçekleştirilebilmekte. Ulusal Sağlık Enstitüsü’nün web sitesinde adrenokromun laboratuvar üretimlerine dair detaylara ulaşılabiliyor.