Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, içlerinde NASA’da çalışan bir bilim insanının olduğu bir grup araştırmacı tarafından yayınlanan ve Türkiye’yi de kapsayacak şekilde doğu Akdeniz ülkelerinde 1998’de başlayarak son 900 yılın en büyük kuraklığının yaşandığını belirten makaleyi eleştirerek “NASA da kim? Biz onlardan iyiyiz!” şeklinde bir açıklamada bulundu. Eroğlu’nun bu açıklaması sosyal medyada epey ilgi topladı. Biz de hem Türkiye’nin iklim araştırmaları potansiyelini diğer ülkelerle ve NASA ile karşılaştırmalı olarak inceledik, hem de söz konusu araştırmanın Türkiye’de gerçekten de büyük bir kuraklık yaşandığı yönünde bir sonuca varıp varmadığını değerlendirdik.
NASA’nın 2016 Yılı Bütçesi 19 Milyar Dolar, Türkiye’nin ise 2013 Yılı Bütçesi 67 Milyon Dolardı
1958 yılında kurulan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), ABD kongresi tarafından fonlanıyor. Toplam bütçesi 4 trilyon doları aşan NASA’nın 2016 mali yılı bütçesi ise 19,3 milyar dolar. Bu miktar 2016 yılı için ABD federal bütçesinin yaklaşık %0,50’sine denk geliyor. Soğuk Savaş yıllarında Sovyetler Birliği ile endüstriyel rekabetin en yoğun olduğu ve bir zamanlar insanlık için büyük bir hayal olan aya seyahatin gerçekleştirilmesi adına sürdürülen Apollo Programının hayata geçirildiği 1960’lı yıllarda NASA’nın ABD bütçesinden aldığı pay %4 buçuklara kadar ulaşmıştı.
Hemen belirtelim; ABD’nin uzay araştırmaları için ayırdığı bütçe NASA’nınkiyle sınırlı değil. ABD’nin sivil ve askeri uzay araştırmaları için 2014 yılında ayırdığı toplam bütçe 40 milyar doları buluyor.  Bu bütçe dünyadaki diğer tüm ülkelerin uzay araştırmaları için ayırdığı bütçenin toplamından fazla. 2013 yılında OECD ülkelerinin uzay araştırmaları için ayırdığı toplam bütçe 50,8 milyar dolarken, Brezilya, Çin, Hindistan ve Rusya’nın toplam uzay araştırmaları bütçesi 24 milyar dolardı. Aljazeera’da 2014’de yayınlanan bir makaleye göreyse Türkiye’de 2013 yılında sivil uzay programı harcamalarına ayrılan bütçe 67 milyon dolardı.
İklim İzleme Uydularının Önemi ve Türkiye’nin Durumu
Bakan Veysel Eroğlu’nun NASA ile alakalı eleştirileri ise daha ziyade iklim değişikliği alanında yapılan araştırmalara dayanıyor. Günümüzde iklim ile ilgili yapılan çalışmalarda kullanılan veriler büyük ölçüde iklim izleme uydularından elde ediliyor. Peki uydu sistemleri iklim değişikliği çalışmalarında ne işimize yarıyor? Carbonbrief internet sitesinde yer alan bir makaleye göre, iklimle ilgili gözlemlerde kullanılan ilk uydu 1959 senesinde kullanıma alındı ve o tarihten beri fosil yakıtlarının kullanımı gibi insan kaynaklı faaliyetlerin takibi, küresel karbondioksit yoğunlaşmaları ve ozon tabakasındaki deliğin ortaya çıkışı gibi birçok değişim bu uydular sayesinde gözlemlendi. İklim takibi uydularının belki de en önemli özelliği ise diğer takip yöntemleriyle gözden kaçan, özellikle insan yerleşimlerine uzak olan bölgelerinde çalışmalara olanak vermesi. Şu an için dünyaya uzaklığı 400 ila 35.000 km arasında değişen, aktif olarak kullanılan 162 iklim takibi uydusu var. Basit bir mantıkla dünyaya daha yakın olan uyduların dünyada olan değişimlerle ilgili olarak daha detaylı veri sağladığını söyleyebiliriz. Tek tek ülkelerin, uluslararası kuruluşların ve özel sektörün toplamda kaç adet iklim takibi uydusuna sahip olduğunu aşağıdaki tablodan görebilirsiniz. 2011’de fırlatılan, 690 km irtifada duran RASAT ve 2012’de fırlatılan, 679 km irtifada duran GÖKTÜRK-2 olmak üzere iki adet iklim takip uydusuna sahip olan Türkiye’nin, Avrupa Meteorolojik Uydular İşletmesi Organizasyonu (EUMETSAT) üyeliği sayesinde bu birliğe ait 7 ortak uydudan da faydalandığını belirtelim.

Raporun Türkiye ile İlgili Kısmı Abartılı Görünüyor
Gelelim Bakan Eroğlu’nun tepkisini çeken araştırmaya. NASA tarafından henüz yapılan açıklamaya göre, bu araştırma resmi bir NASA raporu değil. Yapılan açıklamada raporu hazırlayan araştırma ekibinin içinde NASA’da çalışan bir bilim insanının yer aldığı belirtiliyor. Ancak Eroğlu’nun eleştirisinde NASA’yı merkeze alması çok şaşırtıcı değil, çünkü çalışma özetinin yayınlandığı NASA resmi web sitesinde makalede “NASA’nın çalışmasına göre…” şeklinde sahiplenici ifadeler var.
Çalışmanın içeriğine gelince, her ne kadar iklim çalışmaları konusunda uzman olmasak da, raporun dikkate aldığı coğrafya için biraz fazla kapsayıcı ve genellemeci bir dil kullandığı izlenimini edindik. Söz konusu araştırmada içine Kıbrıs, İsrail, Ürdün, Lübnan, Filistin, İsrail ve Türkiye’yi de alan Doğu Akdeniz coğrafyasında 1998’de başlayan kuraklığın bölgede son 900 yılda yaşanan en büyük kuraklık olduğu belirtiyor. Araştırma ekibi bu çalışmayı yaparken, bölgede bulunan kadim ağaçların gövdelerinde bulunan halka sayılarını inceleyerek bu ağaçların yaşlarını ve yaşamları boyunca karşılaştıkları kurak yılları tespit etmeye yönelik bir yöntem kullanmış. Araştırmacılar bu sayede bölgede yıllara yayılan iklim değişikliğini ve su kaynaklarının dönemsel olarak azalıp çoğalmasını gözlemlemişler.  Makale ayrıca Doğu Akdeniz’de yaşanan bu kuraklığın Akdeniz’in batı bölgelerinde de benzer şekilde hissedildiğinden ve dahası söz konusu kuraklığın zaman içinde Türkiye ve doğu Akdeniz’den ziyade batı Avrupa’da daha yoğun hissedileceğinden bahsediyor. Diğer bir ifadeyle makale kuraklığın Türkiye’de yoğun olarak yaşandığı ya da Türkiye’nin bu kuraklığın ortaya çıkmasında payı olduğu yönünde ciddi bir ithamda bulunmuyor. Dahası makalede kullanılan harita incelendiğinde kuraklığın yaşandığı bölgeler arasında (siyah tonlarıyla belirtilmiş) Türkiye’nin sadece küçük bir bölümünün yer aldığını görüyoruz.

Kaynak: https://www.nasa.gov/feature/goddard/2016/nasa-finds-drought-in-eastern-mediterranean-worst-of-past-900-years
Genel bir değerlendirmede bulunacak olursak NASA’nın uzay araştırmaları için sahip olduğu bütçe ve kapasitenin Türkiye’ninkinden kat ve kat fazla olduğunu söyleyebiliriz. Ancak Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, dozu biraz fazla kaçırarak da olsa, NASA’nın da katkısı olan bu çalışmayı eleştirmekte haklı olabilir. Her halükarda Bakan Eroğlu eleştirisini daha sakin bir üslupla NASA’nın geneline değil de, söz konusu çalışmaya yönelik olarak yapmış olsaydı, bu konu muhtemelen Türkiye’nin gündeminde daha az yer alırdı diyebiliriz.