13 Ocak 2017'de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından kamuoyuna sunulan yeni müfredat tavsiyesi içerisinde, eskiden bulunan ve Lise son sınıf düzeyinde okutulan "Hayatın Başlangıcı ve Evrim" konusu kaldırıldı. Tartışılan müfredat değişikliği şu etapta sadece “tavsiye” olarak sunuldu. Açıklandığı tarihten sonra bir ay boyunca veli, öğrenci ve uzmanların tavsiyeleri alınacak. Buna bağlı olarak son şekillendirme yapılacak ve 20 Şubat 2017 tarihinde yeni kitapların yazımı için çalışmalara başlanacak.
Evrim konusunun müfredattan çıkartılması ile ilgili olarak yüzeysel olarak halka açıklanan sebep, Türkiye’nin Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından her üç yılda bir yapılan eğitim araştırması PISA’da bir kez daha son sıralarda yer alması ve buna bağlı olarak müfredatta azaltmaya, ders miktarlarında artışa gidilmesi yönündeki çabalar.
“Evrimin kaldırılması neden sorun olsun ki? Sadece bir teori değil mi sonuçta? Kanun olsa okutulurdu.”
Bilim dilinde “teori”, bir bilimsel bilgi bütünün ulaşabileceği en yüksek mertebedir. MEB tarafından eskiden on yıllar boyunca öğretilen, sonradan büyük oranda düzeltilen bir hatadan ötürü birçok vatandaş halen “hipotezlerin ispatlanınca teori, daha da ispatlanınca kanun olacağına” yönelik hatalı bir algı içerisindedir. Gerçekte ise hipotez, teori ve kanun arasında böyle bir ilişki yoktur.
Etrafımızda süregelen, kendini tekrar eden, Evren’in dokusundan ve var oluşundan ötürü o şekilde olan süreç, olay ve olgulara kanun (yasa, ilke) adı verilir. Örneğin, bir cismi serbest bıraktığınızda yere doğru düşüyor olması bir kanundur. Benzer şekilde, nesiller geçtikçe canlıların kademeli ve birikimli olarak değişiyor olmaları bir kanundur. Bunlar, Evren’in yapısı değişmediği müddetçe var olmak zorunda olan sonuçlardır. İşte bunlar tespit edildiğinde, bir kanun tespit edilmiş olunur.
Ancak cisimlerin yere düşüyor olduğunu ya da canlıların değişiyor olduğunu fark etmenin bilimsel olarak pek de bir anlamı yoktur; çünkü bize çok az bilgi verirler. Sadece “Ne?” sorusunun cevabı olabilirler. Ancak bilim sadece bu soruyla ilgili değildir; aslen “Neden?” ve “Nasıl?” sorularının peşinde koşar. İşte kanunlardan yola çıkarak “Neden?” ve “Nasıl?” sorularını sormaya başladığımızda, bazı mantıklı, akılcı, test edilebilir, tekrar edilebilir ve yanlışlanabilir cevaplar üretmeye başlarız. Bunlar, gözlemlerimizin neden ve nasıl o şekilde gerçekleştiğine yönelik verdiğimiz cevaplardır. Bunlara hipotez adı verilir.
Bu hipotezler test edilip, tekrar edilip, yanlışlanamadıkça (yani bizler bir hipotezi her yanlışlamaya çalıştığımızda, bunda başarısız olup, hipotezi doğrulamakla kaldıkça) hipotez güç kazanır. Bu sonuçlarla ilgili akademik makaleler yayınlandıkça, başka bilim insanları da bu hipotezleri test eder ve kendi sonuçlarına varır. Bunlar da hipotezin doğruluğunu destekliyorsa, hipotez bilim tarihinde yer etmeye başlar.
Peki ya Teori?
Ancak bir kanuna yönelik sorduğumuz neden ve nasıl sorularının tek bir cevabı yoktur. Keza, aynı kanuna onlarca ve hatta yüzlerce farklı açıdan yaklaşmak ve farklı özelliklerini sorgulamak mümkündür. İşte buna bağlı olarak birçok farklı hipotez oluşturmuş oluruz. Bunların her biri ayrı ayrı test edilir, bağımsız ve başka bilim insanlarınca tekrar edilir, araştırma sonuçları bilim camiasına hakemli ve güvenilir dergiler aracılığıyla ilan edilir ve böylece o hipotezlerden bazıları yanlış bulunarak elenir, elenemeyenler ise gittikçe güç ve anlam kazanır. İşte tüm bu güçlü hipotezlerden yola çıkarak, kanunu bir bütün olarak açıklamaya çalışan, güvenilir, tekrar edilmiş, test edilmiş, kapsamlı ve güçlü açıklamalara teori adı verilir.
Bir teori hiçbir zaman kanun olamaz; çünkü teoriler zaten kanunları kapsayan, onları açıklayan bilgi bütünleridir. Teoriler güvenilmez, uçuk, gerçek-dışı değildir; tam tersine, zaten güvenilir, ayakları yere basan, sağlam, gerçek hipotezlerin bir araya getirilmesi sonucunda, zamanın ve bilimin zorlu sınavına direnebilmiş bilgi bütünleridir.
Dolayısıyla Evrim Teorisi de, canlıların zaman içerisinde değiştiği gerçeğini bilimsel olarak açıklayan, içerisinde milyonlarca hipotezi barındıran, insanlık tarihinin gördüğü gelmiş geçmiş en güçlü bilgi bütünlerinden birisidir. Evrim Teorisi sayesinde insanın diğer canlılar arasındaki yerini anlayabilmekte, vücudumuzun parçalarının bugünkü hallerine nasıl geldiğini öğrenebilmekte, etrafımızdaki zararlı canlıların bizlerin müdahaleleriyle nasıl başa çıkabildiğini kavrayabilmekte, insanlığın en uzak geçmişini bile aydınlatabilmekte, canlılar arasındaki eksiksiz bağlantıyı kurabilmekte ve yaşamın en ufak ve en basit başlangıçtan, en harika ve en baş döndürücü ürünlere doğru nasıl kademeli, yumuşak ve yavaş bir şekilde değişebileceğini fark edebilmekteyiz. Bu sayede, gelecekte diğer gezegenlere yayılırken ne tip önlemler almamız gerektiğini tespit edebilmekte, yok olmamak için mücadele veren türlere yardım edebilmekte, türlerin nesiller içerisindeki değişiminin dinamiklerini ortaya koyabilmekte ve bunlara doğru, akılcı, bilimsel bir şekilde müdahale edebilmekteyiz. Bu sayede, evcilleştirdiğimiz ve ehlileştirdiğimiz sayısız türe yenilerini ekleyebilmekte; ayrıca bu süreçte genlerin nasıl değişip, değişimlere nasıl tepki gösterdiğini anlayabilmemizi sağlayan çalışmalara imza atabilmekteyiz.
“Evrimin ışığı olmaksızın biyolojide hiçbir şeyin anlamı yoktur.” şiarı, bugün modern bilimi şekillendiren kavrayışlardan birisidir. Evrimi anlamaksızın, biyolojide neden ve nasıl sorularını nihai bir şekilde açıklayabilmenin hiçbir yolu bulunmamaktadır. Bu nedenle, aydın, ilerici, geniş perspektifli bireyler yetiştirmek istiyorsak, evrimi tam olarak anlayan çocuklar yetiştirdiğimizden emin olmamız gerekmektedir.
İyi de Evrimi Neden Kaldırmak İstesinler?
Bunun 2 önemli sebebi var: İlki, geleneksel olarak evrimin İslam diniyle (ve hatta genel olarak bütün büyük dinlerle) çeliştiği düşüncesi. Dinler, tüm canlıların özel olarak ve ayrı ayrı yaratıldıklarını ve insanın da bu canlılar arasında özel bir yeri olduğu fikrine dayalıdır. Modern bilim ise tüm canlıların ortak ataları paylaştığını, kademeli değişimlerle bugünkü hallerine geldiklerini, halen değişmekte olduklarını ve insanın bu canlılar arasında hiçbir özel tarafı olmadığını ortaya koymaktadır. Bu sürtüşme, evrimin günah keçisi olarak görülmesine ve “ateizm” ile ilişkilendirilmesine neden olmaktadır. Halbuki günümüzde giderek artan sayıda İslam bilgini evrimin dinleriyle tamamen uyumlu olduğu düşüncesindedir.
Evrime karşı verilen ikinci mücadele ise “maymun meselesi” diye özetlenebilecek bir konudur. Evrim Teorisi ve genetik bilimi sayesinde ortaya koyduğumuz üzere, insanın günümüzde yaşayan en yakın akrabaları şempanzeler, sonrasında sırasıyla goriller ve orangutanlardır. Daha da geriye gittikçe diğer tüm canlılarla çeşitli seviyelerde akrabalık ilişkimiz olduğu bilinmektedir: bir aslandan, bir sineğe kadar; bir çam ağacından, bir bakteriye kadar. Ancak bunlar arasındaki en yakın akrabalarımız “maymunlar” olarak tanımlanan genel gruptur. Bu durum, insanın “aşağılık bir canlı” olduğu fikrini yaratmıştır; çünkü maymunlar genellikle “şapşal, aptal, komik hayvanlar” olarak yaftalanırlar. Halbuki Memeliler Sınıfı içerisindeki insan haricindeki en zeki hayvanlardır. Evrim Teorisi’nin ortaya koyduğu gerçekler çerçevesinde her ne kadar insan, kendisinden önceki maymun türlerinden evrimleştiyse de (ve hatta günümüzde halen Kuyruksuz Maymunlar grubunun bir üyesiyse de), duygusal ve demagojik yaklaşımlarla bu akrabalık ilişkisini değerlendirmenin bilimsel bir değeri bulunmamaktadır. Herkes isterdi ki en yakın akrabamız aslan, kaplan olsun; ancak durum bu değil. Eğer içimizi rahatlatacaksa, onlarla da kısmen uzaktan da olsa akrabayız. Ancak daha önemlisi, biz insanlar şempanzelerden evrimleşmiş canlılar değiliz; onlarla ortak bir maymun atayı paylaşıyoruz. Bu ata ise bizlerin “insanlık tarihi” diye bildiği ve derslerde okutulan son birkaç on bin yılın çok ötesine, kabaca 6 milyon yıl önceye gidiyor. Ve bu ilişkilerin hepsi genetik kıyaslamalar ve analizlerle de tartışmaya yer bırakmaksızın ispatlanmış gerçekler.
Diğer Ülkelerde Durum Nedir?